Hastanede kırk gün..

On sekiz yıl önce de böyle bir serüven yaşamış, Ramazan ayı da dahil kırk günümü hastanede geçirmiştim. O günlerde henüz 13 yaşında olan oğluma doktorlar bir senelik ömür...

On sekiz yıl önce de böyle bir serüven yaşamış, Ramazan ayı da dahil kırk günümü hastanede geçirmiştim. O günlerde henüz 13 yaşında olan oğluma doktorlar bir senelik ömür biçmişler, daha fazlası için mucize beklemek olur, demişlerdi. Hem de bunu oğlumun yanında, onun da duyacağı şekilde söylemişlerdi. Çünkü doktorlar, rasyonel olmayı böyle anlıyor, böyle yorumluyorlardı. Biz ise mucize beklemiştik. Rabbimiz de bize o mucizeyi bahşetmişti.

Aradan tam on sekiz yıl geçti. Bu seferki kırk günlük serüvenimiz önce bir poliklinikte başladı. Fakat durumun orayı aştığını görünce hemen bir özel hastaneye intikal ettik. İlk teşhiste doktorun önerisi, ister buraya yatırın, ister başka bir hastaneye götürün, isterseniz evinize dönün, şeklinde oldu. Çünkü, dedi doktor, bu hasta üç günden fazla yaşamaz. Önce söz konusu hastaneye yatırdık. Durumu kötüye gidiyordu. Bu sebeple daha büyük bir hastaneye intikal zorunda kaldık ve oğlumuzu Çapa’ya götürdük.

Gittiğimiz günün gecesinde ameliyata aldılar. Ailece oradayız. Yakın akrabalarımızdan haberli olanlar da bizimle beraberler. Hepimiz endişeli, dudaklarımız dua ile kıpırtılı bekliyoruz. Ameliyata girişinden yarım saat kadar sonra Metin’in adı anons edildi. Hepimizin yüzü sapsarı oldu. Diğer oğlum Süleyman hemen ameliyathaneye koştu. Annesi bir çığlık ile baygın düştü. Ben onu ayıltmaya çalışırken Süleyman’dan telefon geldi. Endişe edilecek bir şey yok, aldıkları bir parçayı Patolojiye götürmemiz istendi, dedi. Bize bereketli bir ömür kadar uzun gelen kısa bir bekleyişten sonra oğlumuzun ameliyattan çıkarıldığı haberini aldık. Biraz olsun rahatladık.

Sonra onu ambulansla kendi yerine getirdik, yatırdık. Vakit gecenin yarısını çoktan geçmişti. Ben ve eşim refakatçi kaldık, diğer yakınlarımızı gönderdik.
Üç gün, üç gece gözümüzü kırpmadan bir sandalye üzerinde bekledik. Pansuman vakitleri hepimizin en korkulu kâbusuydu. Oğlumun pansuman vakitlerindeki feryadı hem annesinin hem de benim yüreğimizi parçalıyordu; fakat yapabileceğimiz bir şey de yoktu. Annesi çareyi böylesi vakitlerde odadan çıkmakta buldu; ben beklemek zorundaydım. Aman Allah’ım, dayanılacak gibi değil, fakat duadan başka da elimizden gelen bir şey yok.

Daha sonraki günlerde, yine sandalye üzerinde olmak şartıyla bir nebze uyuklama fırsatı bulduk; bu kadarı bile bizim için nasıl büyük bir nimet oluyordu tarif edemem. İftarımızı, sahurumuzu hastane şartlarına göre yaptık. Zaten böyle bir halde insanın ne bir şey yemeye ne bir şey içmeye iştahı kalıyor. Refakatçi, hele hasta, insanın evladı, ciğerparesi ise, inanın hastadan daha fazla hasta oluyor, ondan daha fazla ıstırap çekiyor.

Hastanede zaman da değişik bir hal alıyor. Saniyeler adeta dakikaya, dakikalar saate, saatler güne, günler haftalara, aylara, yıllara dönüşüyor.  Sabrınız uzadıkça uzuyor, takvimdeki yaprak sabitleniyor, adeta düşmek bilmiyor. Böyle anları dua ile Rabbe niyaz ile geçirmek, normal vakitlere göre belki yüz belki bin misli süratle, insanı Allah’a yakın kılıyor, ibadetler çok buutlu bir keyfiyet kazanıyor. Böyle tecrübelerdir ki, bir müddet sonra sizi sabır buudundan çekip alıyor ve şükrün sonsuz enginliklerine salıyor. Adeta, şükrün, hamdin şekillenmiş yankısı haline geliyorsunuz..

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
İran meselesi 20 Nisan 2024 | 492 Okunma Kıssadan hisse: Ağır emanet 13 Nisan 2024 | 404 Okunma Neşter... 06 Nisan 2024 | 588 Okunma Haydi canlar sandık başına 30 Mart 2024 | 183 Okunma Takva 23 Mart 2024 | 131 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar