İkinci Dünya Savaşı sonrası, Türkiye'den toprak ve
Boğazlarımızda kontrol isteyen Stalin Rusya'sının oluşturduğu
tehdit algısıyla Türkiye, karşıt savunma bloku NATO'ya dahil olmaya
karar verdi. ABD, en olumlu görüş bildiren devlet olsa da İngiltere
ve Hollanda gibi müttefikleri karşıydı.
Türkiye, Kore Savaşı'na katılmayı bu muhalefeti aşmak ve millî
çıkarlarını korumak amacıyla önemli gördü. Ve böylelikle 4.500
kişilik ilk askeri kuvvetimizi göndererek, 1950'de savaşa
girdik.
Binlerce kilometre ötedeki Kore'de, Güney Kore'nin Sovyetler'den
bağımsızlığı için yaklaşık 23.000 askerimiz görev yaptı. Türk
askerlerinin toplam zayiatı 734 şehit, 2147 yaralı, 234 esir ve 175
kayıp oldu. Türkiye, ABD'nin öncülük ettiği BM Gücü içindeki
ülkelerin gönderdiği asker sayısı bakımından 6'ncı sıradayken,
kayıplar açısından ABD ve İngiltere'nin ardından 3'üncü sırada
gelmişti. Kore'den son Türk askeri ekibi, 1971'de ayrıldı.
Neticede biz NATO'ya girdik ama ABD de ordumuzdan istihbaratımıza,
eğitimimizden kültürümüze değin içimize girdi.
Türk-Amerikan ilişkilerindeki ilk en gerilimli dönem, rahmetli
Erbakan ve Ecevit'in öncülüğünde karar alınan 1974 Kıbrıs Barış
Harekâtı sonrasıydı.
ABD ambargolarla ezmeye çalışırken Türkiye de ülkemizdeki NATO/ ABD
üslerini kapattı veya faaliyetlerini askıya aldı. Ecevit, BBC'ye
verdiği bir röportajda, ABD'nin silah ambargosuna ilişkin şöyle
demişti: "Deniz aşırı bir ülkenin kongresinin insafına bağlı halde
durmaya gücümüz yetmez. Başımızın çaresine bakmak durumundayız.
Muhakkak bunun bazı siyasi sonuçları olacak." Tanıdık geldi mi?
ABD silah ambargosunu 1978'de kaldırdı. Fakat Gladyo güçlerinin
sağsol çatışmasını tırmandırmasıyla iki yıl sonra ABD Başkanı'nın
"bizim çocuklar" dediği darbeciler yönetime el koymuştu...
NATO'ya üye olduğumuz günden bu yana ABD ile hiç eşitler arası bir
ilişkimiz olmadı. Bugün, bunu en yüksek seviyede talep eden ve
sadece diplomaside değil, sahadaki askerî gücüyle de ABD ile karşı
karşıya gelmekten çekinmeyen bir ülke konumundayız.
ABD ise Türkiye'nin iki başat milli güvenlik sorunu olan FETÖ ve
YPG'nin en az ifadeyle yardım ve yatakçısı ülke konumunda.
ABD'den bağımsızlaşma mücadelemizi sadece Brunson'ın serbest
kalmasına endeksleyen bir zekâ var. Bu sadece yanlış değil, aynı
zamanda irrasyonel de. Türkiye'nin Rus S-400 hava savunma sistemini
alması, Rusya'nın Türkiye'de nükleer enerji tesisi kurması ve
Suriye'deki Türkiye-Rusya-İran üçlü koalisyonu, petro-dolar
döngüsünü yıkmaya yönelik Çin ve Rusya'nın başı çektiği global
çabada yer alıyor olmamızın ABD yaptırımlarının asıl gerekçesi
olduğunu görmemiz gerekiyor.
Bu mücadele, Kore'de dedeleri şehit olan bir neslin dönemine denk
geliyor ve onların yaptığı fedakârlığın yanında yüz lira kaybı olsa
şikâyet eden bir nesil olduğumuzu da hem bizim hem hükümetin hesaba
katması gerekiyor. Ayrıca çelikten sinirlere sahip olmamız da
gerekiyor ki anlık 'gaza gelmelerle' devletimizi "Rotamız Batı'dır"
diyen tek taraflı muhalefete kaptırmayalım.
Alman Deniz Yücel'in neden serbest bırakıldığını biliyor
musunuz?
Bugün biliyor musunuz? Brunson meselesinin de arka planını belki
yıllar sonra öğreneceksiniz, belki de hiç...
Gezi, 17-25 Aralık, 7 Haziran sonrası hendek terörü, 6-7 Ekim, DEAŞ
terörü ve 15 Temmuz... Yetmiş yıllık düzen, bir günde değişmeyecek.
Bir lider direniyor, Allah millet olarak aynı direnci göstermeyi
nasip etsin.