Yazmak düşüncenin fotoğrafıdır
Gerçek şuydu ki on altı yaşımda ilerideki mesleğimi seçmiştim. O acı beni bu mesleğe sürüklemişti. Kan davalılarını içeri attıklarında bir gardiyan olup yaptıklarının cezasını nasıl çektiğini izleyip pişman olduklarını görmek istemiştim.
“Cezaevine girenler arkasında onlarca ağlayan insan bırakırlar, kendimden biliyorum.”
On altı yaşındaydım Naif ismini aldığım dedemi öldürdüklerinde... O zamanlar kan davaları vardı. Dedem kardeşimle oynarken evin mandırasında saklanan davalıları tarafından öldürülmüştü.
O dönem çok hazindi. Köy yeri kışın en zemheri ocak ayını yaşıyordu. Yollar kardan kapalıydı. Rahmetli dedem iki gün orada kalmıştı. Üstü de babaannemin çeyizindeki fistolu sarı çarşafla kapatılmıştı. Eminim ki babaannemin bu çarşafı kocasının naaşını görmemeleri için koyduğu aklının ucundan bile geçmemişti.
Savcı tam iki gün sonra gelebilmişti. O dönemde evdeki herkes çok garipti.
Beşinci sınıfa kadar okuyup ömrünü inşaat tepelerinde geçiren babam, kalemi elinden bırakmıyor bir şeyler yazıyordu. O yıla kadar babamın yazı yazmayı bildiğinden bile pek emin değildim. Yazıp yazıp tüvit ceketinin ceplerine tıkıyor, kimseye okutmuyordu..