Müslümanlar rasyonel akla itibar etmesin
Müslüman dünyada yapılan tartışmaların önemli bir bölümünde, Müslümanların içinde bulundukları durumdan kurtulmaları için rasyonel aklı değil, vahyi esas almaları gerektiği tezi...
Müslüman dünyada yapılan tartışmaların önemli bir bölümünde, Müslümanların içinde bulundukları durumdan kurtulmaları için rasyonel aklı değil, vahyi esas almaları gerektiği tezi ağırlıklı olarak işlenmektedir. Zira bu anlayışa göre rasyonel akıl Batı kültürünün bir ürünüdür. Gerek İslam düşüncesinde, gerekse Batı’nın felsefi disiplinlerinde akıl, farklı biçimlerde tartışılmış ve farklı sonuçlar üretilmiştir. Mesela modernizmin salt akli mekanizmalar üzerine kurulu bir Dünya tasarımı ortaya koyması, aklı bilginin tek hamisi olarak gören anlayışın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Öyle ki Rönesans’la başlayan aklın sekülerleşmesi, hikmeti ve kutsal bilgiyi dışlayan bir fonksiyon icra etmiştir. Bu çerçevede Seyyid Hüseyin Nasr, “insanın entelektüel özelliğini zihnin yalnızca dışa dönük ve analitik fonksiyonlarına indirgeyen” bir akıl algısı ortaya çıkardığını söyler. (1) Öte yandan bütün Müslüman Kelam disiplinleri Tanrı hakkındaki bilgiye(marifetullah) ulaşmada akıl yürütmenin (nazar) zorunlu olduğu konusunda uzlaşı içerisinde olmuşlardır. Öyle ki İslam Kelamının iki büyük düşünce sistemi Maturidilik ve Mu’tezile, Tanrı’nın akıl yoluyla bilinmesini, insan için bir vucubiyet (zorunluluk) ve sorumluluk olarak görmüştür. Eş’ari Kelam sisteminde ise, Allah’ın varlığına ve birliğine akıl yoluyla varılabileceği kabul edilmekle birlikte, buradaki bilme zorunluluğunda öncelik akla değil vahiye verilmektedir. Ancak vahye muhatap olunamaması durumunda herhangi bir inançsal sorumluluğun doğmayacağı düşünülmektedir.