Divan edebiyatını sevdirebilseydik bugün
Cumhuriyet tarihi boyunca neredeyse her dönemde eğitim sistemimizin problemlerini ve zaaflarını tartıştık, buna rağmen bugün geldiğimiz nokta hepimiz açısından bir hüsran görüntüsü arz ediyor. Şimdi...
Cumhuriyet tarihi boyunca neredeyse her dönemde eğitim sistemimizin problemlerini ve zaaflarını tartıştık, buna rağmen bugün geldiğimiz nokta hepimiz açısından bir hüsran görüntüsü arz ediyor. Şimdi 2017 Türkiye’sinden geriye doğru baktığımda eğitim müfredatımızın ezberciliğe dayanan, hiçbir sistematiği olmayan gerekli-gereksiz bilgilerin zihnimize boca edildiği bir hamallık sisteminden ibaret olduğunu görünce hayıflanmamak mümkün değil. Kabul edelim ki dünya ile yarışabilecek modern bir eğitim sistemi inşa etmeyi başaramadık. *** Keşke Yahya Kemal’in “Her halk kendi ikliminin lisanını söyler” sözlerindeki derinliğe vakıf kendi medeniyetimizin dilini yani Türkçe’yi çocuklarımıza öğretebilseydik. Yeni nesillere öğreteceğimiz en güzel şey, Türkçe’dir ve Türkçe’nin hayat bulduğu şiirdir. Çünkü Nihat Sami Banarlı’nın ifadesiyle “Dillerde kelimeler, uzun asırlar içinde, işte bu musikili çalışmalar sonunda nağmeleşmiştir. ” Ama gelin görün ki eğitim müfredatımız başından itibaren genç kuşakları, özellikle Divan şiirinden uzaklaştıran bir sevgisizlik üzerine bina edilmiştir. Hafızalarımızı biraz tazeleyelim ve lise yıllarımızı hatırlayalım; edebiyat öğretmenlerinin divan şiiri bahsine gelindiğinde yüzlerinde adeta bir memnuniyetsizlik ifadesi belirir, divan edebiyatıyla ilgilenmenin neredeyse lüzumsuz bir uğraş olduğunu hissettirirlerdi. Daha da vahim olanı, öğretmenlerin cümlelerinin arasına sıkıştırdıkları, “Divan edebiyatı bir saray edebiyatıdır” gibi zehirli ifadelerle genç kuşakların zihinleri bu toprakların kültürel ikliminden kopartıldı. Maalesef koskoca divan şiirini “Failün-failatün” kalıpları içine sıkıştıran bu ruhsuz eğitim anlayışı, yıllarca kendi şiirimizden habersiz, kendi kültürel köklerimize düşman nesiller yetiştirmeye devam etti.