Batılılaşma neden ihanet olsun ki...
Türkiye’nin Batılılaşma hikayesi konusunda başta dindar kesimler olmak üzere değişik çevrelerde yıllarca farklı tartışmalar yapılmış, kitaplar yazılmış ama Batı ile olan fikri ve ekonomik...
Türkiye’nin Batılılaşma hikayesi konusunda başta dindar kesimler olmak üzere değişik çevrelerde yıllarca farklı tartışmalar yapılmış, kitaplar yazılmış ama Batı ile olan fikri ve ekonomik ilişkiler hep ihanet ve hatta ‘melanet’ olarak nitelendirilmiştir. Şimdi geriye dönüp baktığımızda özellikle İslamcı kesimlerin yıllar önce ortaya koydukları travmatik Batı karşıtlığı konusunda, hiçbir fikri ve felsefi arka plan derinliği kazanmadan bugün de hala aynı yerde durduklarını görmek çok ibret verici bir durum. Bir eleştiri anlamında değil ama, mesela D. Mehmet Doğan’ın 1970’li yıllarda yazdığı “Batılılaşma İhaneti” kitabında yer alan şu ifadeler dönemin özelliğini yansıtması açısından son derce önemli: “Bu devlet, kuruluşundan itibaren bütün imkanları ile Batı bağlısı, sonuna kadar onun menfaatlerinin aracı bir siyasi otorite olarak teşkilatlandırıldı. ” Eğer Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını eleştirmek gibi bir niyetiniz varsa, bu ancak Türkiye’nin demokratikleşmesini geciktirdiği yönünde bir eleştiri olabilir. Maalesef Tanzimat’la başlayan fikri plandaki Batılılaşma, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeterince derinleştirilememiş ve otoriter damar Türkiye’ye zaman kaybettirmiştir. Unutmayalım ki Osmanlı’nın son yıllarında Namık Kemal’in temsil ettiği çizgi, daha o yıllarda “kuvvetler ayrılığı” prensibini savunmuştu. Eğer bu çizgi Cumhuriyet döneminde devam ettirilebilseydi, belki bugün farklı bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık. Açıkça belirtmek gerekirse gerek Tanzimat, gerekse Cumhuriyet döneminde Batı ile olan ilişkilerin ‘ihanet’ olarak değerlendirilmesinin aslında hiç de ciddi argümanlara dayanmadığını görmek gerekiyor. Bu konuda Latin alfabesine geçiş, en sloganik eleştirilerden birisidir.