“Bizim köyün en zenginidir. Ama mümkün değil kendisine bir çay
bile söyletemezsin.”
“Söğüt Gölgesi” adlı çayevinde, kardeşim ile çaylarımızı
yudumluyorduk. Sanat spor siyaset muhabbeti yapmaya çalışıyorduk
ama yandaki masada üstleri başları pejmürde, ayakkabıları boyasız,
elbiseleri kirli ve yırtık iki gariban yaşlı adamın tartışmaları
dikkatimizi oraya çekiyordu. Onların derdi başkaydı… İçtikleri çayı
kimin ısmarlayacağı, parasını kimin ödeyeceği idi… Birbirleriyle
ozan atışması gibi atışma yapıyorlar, laf yetiştiriyorlardı.
Neredeyse on dakikadır tartışmış ama çayları kimin söyleyeceğine
karar verememişlerdi. En sonunda dayanamayıp seslendim:
-Çaylar benden olsun abilerim...
Çaycıya iki çay işareti yaptım. Çaycı Aydın, çayları doldururken
tartışanlardan birisi bana dönerek,
“Ne münasebet ben çayları Cıbıl’dan içeceğim. Aylar oldu ona bir
çay söyletemedim... Bu cimrinin bir bardak çayını içmek bin bardağa
bedeldir...
Cıbıl kelimesini ilk orda duymuştum. Tuhaf gelmişti…
Ama öteki anında cevap vermişti:
“İnanma kardeşim sen bu Kirli'nin söylediğine! Bu kirli yok mu
bu!.. Bizim köyün en zenginidir. Ama mümkün değil kendisine
bir çay bile söyletemezsin. Sanki cebinde akrep vardır elini cebine
atamaz. Eli ile cüzdanı arasında bir kilometre mesafe vardır...
Ozanların atışması gibi laf düellosunun kesileceği yoktu: