Dünyanın belki de en kaymaklı işlerinden biri “utilities” denen
sektör. Türkçe’de tek kelimelik bir karşılığı yok, elektrik, su,
doğalgaz, telefon gibi sürekli faturaya bağlanan hizmetler anlamına
geliyor.
1980’lere kadar devletin görevi olarak görülen bu işler, yeni sağ
dalga ile hızla özel sektöre devredildi. Büyüyen sermayenin
iştahını doyurabilmek için o güne dek kamu hizmeti olarak sunulan
işlerin “karlılık” esasına göre yeniden “paketlenmesi” lazımdı.
Liberalizm, bir yandan kamu hizmetlerinin bütçesini kısıp devlete
ait büyük servis şebekelerini sakatlarken, diğer yandan “bu işleri
devlet yapamıyor özel sermaye girmeli” propagandasını yaptı.
Sonuç, tam da büyük sermayenin istediği gibi oldu. Otuz yıl içinde
-birkaç istisna hariç- dünya üzerinde bu işleri özel sektöre
devretmeyen ülke kalmadı. Çünkü bu işler, sermayenin büyüyen kar
iştahına yanıt veriyordu. Düşünsenize, sadece evlere su veya
elektrik dağıtarak para kazanan bir şirketiniz var. Hiçbir
innovasyona, hatta çoğu zaman bir alt yapı yatırımına bile
ihtiyacınız yok. Var olan şebekeyi devletten devralıp her ay başı
fatura kesmeye başlıyorsunuz. Kim istemez böyle ballı-kaymaklı
parayı?
Elektrik-su gibi alanlarda karlılık düşünce, büyük sermayedarlar bu
sefer telefon-internet işlerine yöneldiler. Devletler de bu
alanları kapitalistlere devretmek için bir dolu yeni formül buldu.
Neden bu işleri devlet yapmıyor sorusunun yanıtı ise çok açıktı: “o
zaman rekabet olmaz”.
Şimdi misal, Türkiye’de evde internet hizmeti alabileceğiniz birkaç
firma var. Hizmet kalitesi veya fiyatlama açısından aralarında bir
rekabet var mı yok mu siz karar verin…. Hepsi aynı derecede kötü
hizmet veriyor, hepsi aynı derecede pahalı ve hepsi aynı derecede
“rahat”!
Ama fatura tahsilatı konusunda pek cevvaller. Benim evime
internet/telefon hizmeti sağlayan şirkete bir arıza durumunda
ulaşmam ve sorunu çözebilmem bazan günlerimi alıyor. Ama faturayı
bir gün geciktirsem hemen arayıp taciz etmeye başlıyorlar. İşte
size...