9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, dün sabaha doğru hayata gözlerini yumdu.
Cumhuriyetin ilk kuşağından, Türk siyasetine damgasını vuran,
dört liderin sonuncusunu da uğurluyoruz.
Alparslan Türkeş, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan’dan sonra,
Süleyman Demirel de aramızdan ayrıldı.
1960’lardan sonra Türk siyasetini, Türk demokrasisini
şekillendirmiş bir kuşağa veda ediyoruz.
Demokrasimizin inişli, çıkışlı, darbeli, seçimli en zor dönemi bu
dört isimle anılacaktır.
Kuşku yok ki, Süleyman Demirel, 1960 sonrası dönemde Türk sağının
lideri olarak tarihteki yerini alacaktır.
Meslek hayatımda uzun yıllar boyunca bu dört lideri izledim.
Mesleğe adım attığım günlerden sonra en fazla rahmetli Bülent
Ecevit ve Süleyman Demirel’i takip ettim. Biri başbakansa, diğeri
ana muhalefet lideri olarak, Türk demokrasisinin iki ezeli rakibi
olarak mücadele ettiler.
Ortak mücadeleleri ise askeri yönetimlere karşı verdikleri mücadele
oldu.
İslamköy’den Çankaya’ya
Süleyman Demirel’in, Atatürk, cumhuriyet ve demokrasi sevgisini
doğduğu köy olan Isparta’nın İslamköyü’nde kendi ağzından
dinlemiştim.
Baba evini bize gezdirirken, başımızı eğerek girdiğimiz kerpiç
odaya bir göz gezdirdikten sonra şöyle demişti:
“İşte ben bu odada kardeşlerimle yaşadım. Elektrik yoktu. Gaz
lambasıyla okur-yazardık. Köy okulunu bitirdim. Ortaokul yoktu.
Ortaokula gitmek için her sabah kilometrelerce yürür, kasabaya
giderdik. Sonra Afyon Lisesi. Eğer bana Cumhuriyet nedir, diye
sorarsınız. Size cevabım şudur: Cumhuriyet benim işte! İslamköy’den
çıkmış bir köylü çocuğunu cumhurbaşkanı yapan, Cumhuriyet’tir.
Cumhuriyet budur. Bunu Büyük Atatürk’e borçluyuz.”
Demirel’in “Cumhuriyet” tarifi beni etkilemişti. Doğru bir
tarifti.
Benzeri bir tarifi bir uçak seyahatinde başka türlü de
yapmıştı...