Amerikan başkanlık seçimleri bugüne kadar Amerikan tarihinde pek
görülmemiş bir gelişmeye sahne oldu.
Cumhuriyetçi Parti kendi adayını desteklemedi.
Ön tur seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti'nin istediği aday Donald
Trump değildi. Trump partinin "müesses nizam"ı tarafından hiç
istenmedi ve seçilmemesi yönünde epey gayret sarf edildi. Buna
Trump'ın cevabı ise bir nevi "reddimiras" oldu. Kendi partisinin
geçmişine yönelik sert eleştiriler getirdi ve partisinin ağır
toplarını hedef aldı.
Trump ile Cumhuriyetçi Parti arasındaki uçurum sadece Trump'ın
Cumhuriyetçi Parti kökeninden gelmemesinden ve bireysel husumetten
kaynaklanmıyor. Trump ve temsil ettiği eğilim, sadece ABD'de
Avrupa'da sağ içinden çıkan yeni bir fenomeni simgeliyor.
Yeni bir sağ doğuyor ve Batı'daki geleneksel sağa en büyük tehdit
rakip ideolojilerden değil, kendi içinden çıkan bir akımdan
geliyor.
Trump ile iktidara gelen, Avrupa'da ise oyu her geçen gün artan bu
yeni eğilimin birkaç ortak özelliği var. Yeni sağ özellikle
tepkisel ve öfkeli bir dil kullanıyor. Siyasi ufkunu, yitirilen bir
altın devri geri getirmek vaadi üzerine kuruyor. Trump'ın
“Amerika'yı tekrar muhteşem yap” sloganında özetlenen ve geçmişteki
güzel ve şaşaalı bir döneme duyulan nostalji, bu dönemi bozduğu
ilan edilen unsurlara yönelik nefret ve öfke ile birleşiyor.
Peki, kim bu altın devrin kaybından sorumlu? Elbette haricî ve
dâhilî bedhahlar...
Dâhilî bedhahlar, yeni sağ için o ülkedeki elitler olarak
gösteriliyor. Trump'ın Clinton'a ve kendi partisine yönelik
eleştirilerinin temelini yolsuz bir sistemi koruyan elitler teması
oluşturuyor. Aynı tespiti Avrupa sağı için de yapmak mümkün.
İngiltere'de Brexit, Fransa'da Le Pen'in kampanyası hep ülkeye
kendi çıkarları için ihanet eden sol, sağ ve liberal elitler teması
üzerinden ilerledi.