Dönenim Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş Eylül 98'de
Suriye sınırında tabiri caizse “racon” kesmişti.
Suriye ya Öcalan'ı çıkartacak ya da sınıra yığdığımız tanklarla
topraklarına girmemizi göze alacaktı.
Beşar Esad'ın babası Hafız Esad, İran'ın da yönlendirmesiyle
(dönemin İran Dışişleri Bakanı anında Şam'a koşmuştu) Öcalan'ı
çıkartmak zorunda kalmıştı.
Başka da çareleri yoktu.
Mezkur “raconu” Türkiye üzerinden NATO tehdidi olarak temellük
etmişlerdi.
Bunda da yanılmadıkları, tüm dünyanın Öcalan'a dar edilmesiyle gün
yüzüne çıkmıştı.
O kadar ki Öcalan süper güç Rusya'da bile barınamadı.
İtalya'da da tutunamadı.
Diğer Avrupa ülkeleri derseniz, barındırmaya cesaret bile
edemediler.
Biz de Allah için alayına gider yapıyorduk. Fransa veya Almanya'dan
ufak tefek de olsa çatlak sesler mi yükseldi, anında “şaşırmayın,
sabrımızı taşırmayın” moduna geçiyorduk.
Sanki yanlış yapsalar tepelerine inecek, Öcalan'ı yatak odalarında
saklasalar dahi paketleyip alacaktık.
Tuhaf olan, Fransa'dan Almanya'ya kadar hepsi birden sabrımızı
taşırmak istemezcesine tırsmışlardı.
Zaten Org. Ateş'in o konuşmasından 5 ay sonra da (Şubat 99) Öcalan
Kenya'nın Yunanistan'ın Büyükelçiliği'nden Türkiye'ye
getirilecekti.
Mahir Kaynak, Öcalan'ın Kenya'da ne işi vardı; her çeşit Kürt
gördüm siyahi Kürt görmedim, diyecekti.
Merhuma göre, ne Kenya'da PKK'nın sosyolojisi mevcuttu ne de
Kenya'nın Türkiye'yle didişecek durumu vardı.
Aslında agâh olanlar için her şey gayet âşikârdı.
Sadece şu soru sorulsa kâfiydi: Madem bir tehditle bu işler
halloluyordu, Öcalan'ı Suriye'den çıkartmak için neden onca yıl
beklenmişti?
İşte meselenin püf noktası buradaydı.
Dediğimizi yapmazsanız tanklarımızla Suriye'ye gireriz kararı, bir
NATO kararıydı.
Yani, o dönem biz, sonuç itibariyle, NATO'nun kararını
uygulamıştık. Onun için de Öcalan'a koca dünya dar gelmişti.
Ya şimdi?
Dikkat buyurun: NATO'yla birlikte değil, NATO'ya rağmen “İkinci
İstiklal Savaşı”nı veriyoruz.