Ne zaman işler karışsa, mesela 15 Temmuz akşamı ve sonrasında
Atatürk’e ve Türk milletine sarıldılar, doğruydu. Ama ne zaman ki,
seçim yaklaştı, Atatürk ne ile savaştıysa ona sarıldılar.
Biri diğerine kötü dedi farkları yok iken, öteki berikine kulp
taktı biri tencere biri kapak iken.
Ergenekon’da hapis yatan, şimdilerde de CHP milletvekili olan
emekli Albay Dursun Çiçek, CHP, PKK’nın siyasi kolu HDP’ye destek
verdiği için Ulusal Kanal ekranlarında "HDP kapatılsın"
diyemedi.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylua "HDP diye bir siyasi parti yoktur,
PKK vardır. Bunlar PKK’nın vekilidir" dedi. Haklı olmasına haklıydı
da... Cumhurbaşkanı Nevruz mesajını Kürtçe yayınladı. Hemen
ardından da Binali Yıldırım çıkıp: "Kürt’seniz Kürtlüğünüzle,
Türk’seniz Türklüğünüzle, Laz’sanız Lazlığınızla, Çerkezliğinizle,
Arap’sanız Araplığınızla gurur duyun. O kimlik sizin şerefinizdir.
Bizi birleştiren ay yıldızlı bayrağımız toprağımız devletimiz,
Türkiye Cumhuriyetidir" dedi ve hem sureti haktan görünüp, hem de
milleti elmalı pay gibi paramparça etti.
Buna cevap ise savcı M. Selim Kiraz’ı şehit eden DHKP-C
teröristleriyle, o silah savcının kafasına dayalıyken röportaj
yapan, onlara bir kez terörist demeyen, hatta taleplerini makul
gören bir edayla Cumhuriyet’te yayınlayan, şimdilerin mebusu Ahmet
Şık’tan geldi. O da Süleyman Soylu’ya: "AKP mafyadır. Cumhuriyet
tarihinin tüm kötülüklerinin toplamından ve deneyiminden inşa
edilmiş bir terör örgütüdür" dedi.
Öyle karıştı ki izler, kim kiminkine basıyor belli değil.
Bu koşullar altında tek tutarlı parti Vatan Partisi, ona da
neredeyse bütün medya sansür uyguluyor ki, vatandaş mahkûm olsun bu
yol bilmezliğe.
SANSÜRCÜ
Gazeteci, gazetecidir. Araştırır, öğrenir, adil ve hakikate
sadakatle bağlıdır. Ama kardeşim araştırmacı gazetecilik diye bir
şey çıktı. Sonra bu soruşturmacı gazeteciliğe dönüştü, şimdi de
sansürcü gazetecilik oldu. Nasıl mı?
Bir gazete ya da tv, bir siyasi hareketin temsilcisi olduğunu
söylüyorsa, o siyasi hareketin çizgileri arasında görece öznel bir
yayın çizgisi izleyebilir. Kimse yadırgamaz. Mesela Aydınlık ve
Ulusal Kanal, Aydınlık hareketini temsil eder, "Altı ok" programını
açıkça destekler. Bu nedenle de PKK/HDP’nin ya da ona destek veren
siyasi hareketlerin reklamını yapmaz ve onları Atatürk çizgisinden
eleştirir... Aydınlık'ı ve Ulusal Kanal’ı, ulusal güvenliği
ilgilendiren konularda nesnel olmamakla suçlayamayız, çünkü
değildir. Buna rağmen, cevap hakkı doğduğunda mikrofon uzatır,
açıklamasını yayınlar.
Ama...
Bir tv ya da gazete "Biz herkese eşit mesafedeyiz, hiçbir siyasi
hareketin temsilcisi değiliz" diye yayın yapıyorsa, durum değişir.
Sorarız o vakit, "Neden Mansur Yavaş ya da Binali Yıldırım’ı
çıkardığınız kadar İlker Yücel ve Tülin Oygür’ü
çıkarmıyorsunuz?"
Vatan Partisi adaylarını, neredeyse bütün basın örtmeye, halktan
saklamaya çalışıyor.
Sözcü gazetesinde CHP’nin Etimesgut Belediye Başkan adayından küçük
de olsa, Vatan Partisi Ankara BB adayımız Prof. Tülin Oygür ile
Saygı Öztürk röportajı vardı. O da olmasa adımız bile geçmeyecekti.
Yeni Şafak daha Cuma günü bir röportaj yaptı, henüz
yayımlanmadı.
Sabah, Star, Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet gibi gazetelerde ise
hiç yer almadı. Hele Cumhuriyet, orta sayfanın her ikisini de
ayırdığı aday tanıtımında bağımsız adaylara bile yer vermişti de,
Vatan Partisi yoktu.
Herkes memlekette birliğin sağlanamayışından söz ediyor, ama basın
birleşmiş işte, Atlantik sistemi dışında tek seçenek olan Vatan
Partisine karşı birleşmişler, sansürde birleşmişler, ayıpta
birleşmişler.
Gidin sorun hepsi tarafsız, hepsi gazeteci...
NEVRUZUMUZ
O körükleri biz kurduk, dağ delen ateşi biz yaktık.
Ergenekon’da Kıyan soyundan Börteçine’ydik.
Yüreği tunçtan atlılardık, Roma’ya gittik Asya’dan.
Julia Alplerinden, Po ovasına akan Attila’ydık.
Gece uyumadık, gündüz oturmadık, çalıştık.
Bengü taşlarda destan olduk, Bilge Kağandık.
Kanatlı atlarla uçuşup, beşe karşı birle vuruştuk.
Malazgirt’te kuyruk tullayan Alparslan’dık.
Baba İlyas’ın isyanı, Hacı Bektaş’ın Anadolu’suyduk.
Kayı’dan Osman olduk, Söğüt Ovasında bayrak tuttuk.
Yandığımız, yıkıldığımız, vurulup, kırıldığımız oldu.
Uyuduğumuz, uyuştuğumuz, gün değil yıllar oldu.
Yağlı kementle boğulduk, Taif’te Mithat Paşa'ydık.
Magosa zindanlarında Namık Kemal olduk.
Uyandık, Babıali yokuşunda kır atlı Enver’dik.
Selanik’te mavi gözlü bir çocuğun ruhuna dokunduk.
Malta sürgünlerinde Ziya Gökalp olduk.
Yürüdük "Bizans’ın yıldız burcundaki baykuşun" üstüne
Fedailer ordusunda Mahmut Şevket Paşa'ydık.