Türkiye, kendi sorunları, çelişkileri ile normal bir hayatın
akıp gitmesi gereken bir ülke.
Ama öyle olmuyor. Hayatımız doğal, kendi iç dinamiklerine uygun
gelişmiyor. Sürekli manipüle edilen bir gündeme sahibiz.
Geçmişte de, ne zaman sivil bir irade taşları yerine oturtmaya
çalışsa ve ülkede normalleşme belirtileri yaşansa, görünür/görünmez
bir el devreye girer, gündemi olağanüstüleştirirdi.
Mesela 6-7 Eylül 1955 hadiseleri...
Menderes'in “Yeter söz milletin” diyerek iktidara geldiği yılların
en kritik orta noktasında yaşandı bu provokasyon. Böyle bir
organizasyonu yapabilecek derin güç ile beş yıl sonra darbeyi
yapacak irade arasında bir bağ mutlaka olmalıydı değil mi?
Bir ülkede birbirine denk iki derin devlet olur mu? Olmaz.
Rekor oyla seçimleri kazanan ve darbe yetişmese belki sıradakini de
kazanacak olan Demokrat Parti, meşru sivil bir yönetim olarak
halkçı politikalar uyguluyor, ama ülke normalleşmek yerine
gerildikçe geriliyordu.
Menderes döneminde Osmanlı'dan sonra ilk kez Ermeniler manastır
niteliğinde bir okul açmış, Haçaduryan Menderes'in ricasıyla
Arjantin'den İstanbul'a gelip Patrik olmuştu. Manastır açılması
Haçaduryan'ın Menderes'ten ricasıydı.
Türkçe ezanın terk edilip aslına dönülmesi gibi, ülkenin
normalleşmesi adına birçok şey yapılıyordu.