Sürekli olarak barış, uzlaşı ve sivil siyaset imkanlarının
dinamitlendiği bir ortamda gazetecilik, köşe yazarlığı ve siyaset
yapmak hem zor, hem de onurlu bir iş. Aynı anda bu alanları
gözetirken, saldırıları da göğüslemek zorundasınız. Tabii bu durum,
gerçekten saydığım değerli konular önemseniyorsa geçerli. Yoksa,
her malın alıcısı olduğu, tozun dumana karıştığı bir süreçteyiz.
Mesele sizin vicdanınıza, altyapınıza, çalışkanlığınıza ve
cesaretinize kalmış.
Çözüm Süreci, hepimizin çok değer ve emek verdiği milli, kritik bir
eşiği ifade ediyordu. Birazcık vicdanı olan kimse bu emeklerin
boşuna gitmesini, anaların yeniden ağlamaya başlamasını istemez.
Hele meşru siyaset yapan ve halka karşı hesap verme durumunda olan,
kanunlarla denetlenen siyasi aktörler bu konuda çok daha
hassastırlar.
Eğer, AK Parti Kürt vatandaşların yaşadığı hak ihlallerini, haklı
taleplerini, bunun yanında da PKK terörünü çözme mesuliyetini
önemsememiş olsaydı, sanırım, parti olarak bugünkü kadar zorlanmaz,
bu kadar düşman edinmezdi. 35 yıldır hamasi söylem ve güvenlikçi
politikalarla gelinen noktada, zor olan ezber bozmak, makas
değiştirmekti, statükoyu devam ettirmek değil.
Peki AK Parti bu sorunu çözmeye çalışmak yerine, zevahiri kurtarma
yoluna gitse, ülke bugün daha iyi bir durumda mı olurdu? Bazıları
böyle iddia ediyor, biliyorsunuz.
Kesinlikle hayır. Bu nedenle kimsenin, hele muhalefetin Çözüm
Süreci'ni başlattı diye AK Parti'yi, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve
Başbakan Davutoğlu'nu linç etmeye hakkı yok. Çünkü, bu sorunlar
artık var olan haliyle sürdürülemez bir durumdaydı. Şayet AK Parti
bu inisiyatifi kullanmasaydı, Kürt vatandaşlarımızın ülke ile
duygusal bağları çoktan kopmuş, ortak gelecek için ümitleri tamamen
kaybolmuş olacaktı.