Evvelki yazılarımda belirttiğim bir husus vardı. Suriye'nin
kuzeyi, Türkiye'nin bir içgüvenlik sorunudur. 1916 Sykes-Picot
anlaşması ile bu sınırlar doğal halleri dışında, dış müdahale ile
cetvelle çizildiği için bu konu her zaman bir sıkıntı vesilesi
olmuştur. Aileler bölünmüş, o topraklarda da bir türlü halklarını
mutlu edecek yönetimler meydana gelememiştir.
Türkiye'nin arzusu Suriye'nin toprak bütünlüğü içinde bugünkü
sınırlarını koruyarak, demokratik bir rejime halkının istekleri
doğrultusunda geçebilmesidir.
Türkiye'nin kimsenin toprağında gözü yoktur. Ancak, Suriye toprak
bütünlüğünü koruyamıyor da, terör örgütlerinin ve onların
arkasındaki devletlerin operasyon sahası oluyorsa, üstüne üstlük bu
durumun en ağır yükünü talihsiz Suriyeli sivillerden sonra Türkiye
çekiyorsa, 911 km'lik sınırın ötesinde nelerin geliştiğine dair
Türkiye'nin kayıtsız kalmasını beklemek ne anlama gelir?
DAEŞ maymuncuğu ile 21. yüzyılın güç dengelerini kendilerinin
lehine yeniden yapılandırmaya çalışan ülkeler yanında, acaba
Türkiye'nin iç güvenlik meselesi haline gelen bu sorunda söz
söyleme, eyleme geçme hakkını hangi aklı başında kişi/ler görmezden
gelebilir?
Ama sanırım bu sorunun cevabı “Suriye'de olanların Türkiye'nin iç
meselesi haline geldiği” tespitinde verilmiştir.
2011 öncesi herhalde Sayın Erdoğan ve Sayın Davutoğlu, arkadaş
sıkıntısı çektikleri için Esed'i etkileyecek pozisyonda olmayı
önemsememişlerdi. Suriye pimi çekilmiş bir bomda misali yanı
başımızda duruyordu.