Doğulu toplumların Batının proletaryası olduğu, yani işçi sınıfı
gibi, işçi devletlerin de varolduğu gerçeğini bilir ama bu netlikte
pek dile getirmeyiz. Oysa Afrika'dan Amerika kıtasına taşınan köle
işgücü, Batı medeniyetinin ekonomik kalkınmasının ana motorunu
oluşturuyordu. Arenaların futbol stadlarına dönüşmesi gibi, kölelik
de sadece biçim değiştirdi ve Batı'da göçmenlere dayatılan ağır
şartlar veya Doğu'da Nike'a çalışan ucuz işgücü olarak varlığını
sürdürdü.
Böylelikle Avrupa 19. yüzyılın liberal demokrasi rüzgarlarıyla
yelkenlerini şişirebildi. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra yaşanan 50
yıllık müthiş refah dönemi, Avrupalı beyaz işçilere tanınan ileri
sosyal haklar, bu döneme sosyal demokrat partilerin damgasını
vurabilmesi, işsizliğin/fakirliğin stratejik ürün olarak Doğu'ya
ihraç edilmesi sonucu mümkün oldu.
Filistin sorununu veya Arapların (Müslümanların) geri kalmışlığını,
bir yılda basılan kitap veya alınan patent sayısı ya da tüketilen
tuvalet kağıdı azlığına bağlamak kolay. Veya bu argümanı kolaylıkla
Doğu'nun geriliğindeki Batı sorumluluğuna eşitleyerek konuyu
kısıtlı bir alanda oksitleyebiliriz. Ancak bu, durumu anlamaya ve
doğru soruları sormaya neden olmaz. Çünkü mesele bundan büyük bir
şeydir.