Türkiye, dün iki önemli olayı birlikte yaşadı. Cumhuriyet'in
95'inci yılını ve onu taçlandıran dünya çapında bir proje olan
İstanbul Havaalanı'nın açılışını...
Cumhuriyetin demokrasiyle buluşması süreciyle İstanbul'a yeni bir
havaalanı yapmak arasında çok özel bir ilişki var. Birinci adım
atılmadan ikincisi atılamazdı ve bu ülke bunu yaşayarak
öğrendi.
Çünkü bu toplum, ne zaman cumhuriyeti demokrasiyle buluşturan bir
hamle yapmaya kalktıysa iç ve dış vesayet odakları hemen harekete
geçti.
Ya darbe yaptılar ya da iç kargaşa çıkarıp toplumu
kutuplaştırdılar. Sadece son 60 yıla bakın, her on yılda bir
darbelerle ayağımıza pranga vürudu, sağsol çatışmasından,
Alevi-Sünni, laik-anti laik ya da Türk-Kürt geriliminden başımızı
kaldıramadık.
Aynı dönemde sinsi biçimde bazen açık açık bazen de gizli kapaklı
ekonomi alanına da müdahale edildi. Cumhuriyet öyle bir kuşatmaya
alınmıştı ki, farklı bir çıkışa bile tahammül yoktu. Sadece birkaç
örneği hatırlayalım; Vecihi Hürkuş ve Nuri Demirağ'ın uçak
yapmaları, 60'larda kendi otomobilini yapma girişimleri öyle
sinsice ve ustaca engellendi ki kimse dönüp sorumlular kim diye
soramadı.
İstenen, montaj sanayiye mahkûm, IMF'ye muhtaç bir ülkeydi. Bu
kuşatma 2013'e kadar sürdü. Bu kuşatmanın o gün fark edilmesi bile
saldırıları durdurmaya yetmedi, tam tersine daha da artırdı.
O yılın mayıs ayını hatırlayın, tam bir dönüm noktasıydı.
Türkiye IMF'ye borcunu ödemiş, dünya piyasalarından yüzde 4.5'le
kredi bulabilecek, ekonomisi yükselen bir ülkeydi ve yeni bir
yolculuğa hazırlanıyordu.
İşte dün açılışı yapılan Yeni İstanbul Havaalanı'nın temeli de o ay
atılmıştı.
Sonra neler neler oldu... Gezi diye bir kalkışmayla yüzleştik.
Şehirler yakılıp yıkıldı, ölümler, acılar yaşandı. Talep neydi
biliyor musunuz? Süreci yöneten Taksim Dayanışma Grubu şöyle
diyordu:
"3. Köprü, 3. Havaalanı ve Kanal İstanbul projeleri durdurulmalı!"
Gezi bir başlangıçtı. Ardından 17-25 Aralık darbesi, TIR
Operasyonu, Kobani kışkırtması, ağır terör saldırıları ve en son 15
Temmuz kanlı darbe ve işgal girişimi geldi.
Türkiye bütün bu kuşatmaları aşarak bugüne geldi ve o karşı
çıkılan, engellenmek istenen 3. Köprü'yü ve 3.
Havaalanı'nı yaparak hizmete açtı.
Şimdi geriye yaslanıp şu soruyu soralım:
Peki bütün bunlar sadece iç siyasi odakların talebi miydi yoksa
arkasında yıllar yılı bu ülkeyi kuşatan küresel emperyalist güçler
mi vardı?
Dünyanın ticari ve siyasi merkezinin Doğu'ya kaydığı bir zaman
diliminde tarih Türkiye'yi merkez konumuna getiriyor.
Türkiye bu rolünün gereği olarak altyapısını güçlendiriyor, devasa
yatırımlara imza atıyor. Bu yüzden ilk etapta yılda 90, bittiğinde
de 200 milyon yolcu kapasiteli dünyanın en büyük havaalanını
yapıyor. Bunun ne anlama geldiğini içeridekilerden daha iyi
dışarıdakiler biliyor.
Bugün onca algı operasyonu yapanlara, içerideki yapısal sorunlarına
rağmen Türkiye bölge siyasetinde de ağırlığını hissettiren bir
konumda.
Bu yüzden Başkan Erdoğan, Yeni İstanbul Havaalanı için şu tarihi
tespiti yapıyor: "Bu bir havalimanı değil bir zafer anıtıdır."