Türkiye'deki siyasal sistemin değişmesi talebi yeni değil, son
40 yılın meselesi ama ilk defa gerçekleşme şansı yakalandı. İçinden
geçtiğimiz kavganın bam teli burası.
Bunu da 15 Temmuz'daki o büyük ve anlamlı halk direnişine
borçluyuz.
Dikkat edin, bu yüzden, 21. yüzyılın bu halk direnişini görmezden
gelmek, etkisini azaltmak için akla hayale gelmeyen şeyler yapıldı.
Hem dışarıdakiler hem içeridekiler bunun için çok çaba harcadı.
Hatırlayın uzun süre ABD ve AB yönetimleri resmen sustu. Bırakın o
kanlı darbe girişimini kınamayı, gerçekleşmedi diye üzüntüsünü
açıkça dile getirenler bile oldu.
Hâlâ, Alman istihbarat başkanı gibi aynı algıyı sürdürenler
var.
Referandum yaklaştıkça daha da pervasızlaştılar.
Kimi AB ülkesi terör örgütlerinin silahlı afişlerindeki rezilliğe
göz yumuyor, kimi açık açık Türkiye düşmanlığı yapıyor, kimi de
Almanya'nın Bild gazetesi gibi Atatürk'e sığınarak "hayır" manşeti
atıyor.
AB değerlerinin simgesi bir kurum olan Avrupa Parlamentosu da bu
kirli kuşatmada yerini alıyor ve Daily Sabah'ı yasaklayarak kervana
basın ayıbıyla katılıyor. Peki, bütün bunların derdi sahiden
demokrasi ve insan hakları mı? Öyle olmadığını an azından AB
içindeki demokrat damarın temsilcilerinin konuşmalarından
biliyoruz.
Ayrıca son yıllarda yaptıkları da ortada;
ABD ve AB'nin nasıl kırmızı çizgilerinden vazgeçtiklerini,
Suriye'de Irak'ta katliamlar karşısında nasıl sustuklarını,
mültecilere karşı insanlık dışı davranışlarını yaşayarak gördük.
Sisi gibi bir darbeciyi kırmızı halıyla karşılayanların insan
hakları kaygısı olabilir mi?
Bir tek dertleri var, itiraz eden, "eşit ilişki" arayan ve dünya
için "adalet" isteyen Türkiye'yi durdurmak. Açıkça, referandumda
bunun tescillenmesinden korkuyorlar.