PKK göz önüne getirildiğinde HDP’ye şans tanımak elbette akıllıca geliyor. Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş da CNNTürk ekranlarında “HDP’nin siyasi varlığı Türkiye demokrasisi için önemli bir şans” derken, sanırım bunu kastetti. Bir yanda silahlı bir örgüt, diğer yanda bu örgüte yakın ama silahsız siyasi bir parti. İkisi arasında tercih yapılacaksa elbette silahsız olanda karar kılınacaktır. Çözüm süreci de zaten bu düşünceden hareketle başlatıldı.
Ne var ki, mantıklı görünen düşüncelerin her zaman doğru
çıktığını ve hayırlar getirdiğini gösteren bir kural yok. Son bir
kaç yıldaki tecrübe, HDP’nin demokrasimiz için bir şans değil
aksine demokrasimizi ortadan kaldırmayı hedefleyen bir Truva atı
işlevi gördüğünü açığa çıkardı. Siyasi bir parti olması HDP’nin,
PKK ve arkasındaki güçlerle birlikte Türkiye’yi iç savaşın eşiğine
getirmesine engel teşkil etmedi. Üstelik HDP, siyasi bir parti
olmanın getirdiği tüm avantajları kullanarak demokrasiyi
demokrasinin aleyhinde, şiddet ve iç savaşın lehinde kullanmaya
kalktı.
HDP’nin siyasi varlığı sanıldığı gibi PKK’nın silahlı varlığını
zayıflatmıyor; HDP, PKK’nın silahlı varlığını filtreleyerek meşru
alana sızmasını sağlıyor. PKK-HDP etkileşiminde siyasi varlık,
silahlı varlığı güçlendirmeye yarıyor, zayıflatmaya değil. HDP,
PKK’nın silahlı varlığını gölgeliyor, ortadan kaldırmıyor.
Denklem böyle kurulduğu için siyaset bu iki seçenek arasında
sıkışıp kalmakta; çözüm arayışı içinde olan devlet, haliyle siyasi
bir parti biçiminde örgütlendiği için HDP’ye umut bağlamaktan
kendini bir türlü kurtaramamakta. PKK terörü karşısında gözler hep
siyasi bir seçeneği arıyor; ancak oyun çoktan kurulduğu için
sahnede tek bir “siyasi” figür var ki o da HDP’den başkası
değil.