Bir şehit annesi ağlamamak için niye inat eder? Genç yaşta oğlunu toprağa vermenin acısına nasıl direnir? Gözyaşlarına nasıl hâkim olur? PKK saldırısında şehit düşen asker annelerinin tepkilerini doğru çözümleyemezsek içine yuvarlandığımız bu kanlı sarmalı anlamamız da mümkün olmaz.
Suruç katliamının ardından başlayan terör eylemlerinin hiçbir
meşru dayanağı bulunmuyor. Kürt haklarıyla hiçbir bağlantısı yok.
Asker, polis ve sivil ölümleri bir kan davasına, düşmanlığa ve
hayatta karşılığı olan bir gerekçeye de dayanmıyor. Kürt'ün Kürt'ü,
Kürt'ün Türk'ü öldürmesini gerektirecek bir iklimde yaşamıyoruz. Ne
Suriye, ne de Irak burası. Bu topraklarda kanlı bir kaos hüküm
sürmüyor.
O halde bu gençlere neden kıyıldı? Evladını toprağa veren ananın
gözyaşlarına hâkim olmasının sırrı da bu soruda yatıyor. Ağlamayan
o anne, oğlunun öldürülmesinde katıksız bir kötülük görüyor.
Anlaşılmaktan uzak, nedensiz bir cinayet... Bu kötülüğe karşı
gözyaşlarını tutarak tepki vermeyi yeğliyor; şehit anasının
davranışı, bu katil ruha asla teslim olmama kararlılığını
yansıtıyor. İnsanlık, bu katil ruha boyun eğemez, bu zorbalığa
teslim olamaz.
Savaşı "siyasetin başka araçlarla devamı" olarak gören soğuk
analizler, kuşkusuz evladını kaybetmesine karşın gözyaşlarını
tutmakta inat eden bir anneyi anlayamaz. "Taraflar masaya dönsün"
diye ruhsuz çağrılar yapan "akil insanlar"ın da şehit anasını
anlama ihtimali yok. Uykudaki polisi, babasıyla telefonda konuşan
askeri, misafirlikten dönen komutanı, alışverişe çıkan subayı, eşi
ve çocuklarıyla yemekteki sivili öldüren bu katil ruhu hiçbir şey
olmamış gibi masaya çağırmak, konuşup anlaşmaya kalkmak hem
gerçekçi değil, hem de vicdani. Türkiye, bu ahlaksız şiddete karşı
dik durmayı beceremezse birliğini ve beraberliğini kaybeder.