Geçtiğimiz salı günü, 13.12 itibariyle İstanbul'daki Suudi
Arabistan Büyükelçiliği'ne, evlilik işlemlerini yaptırmak amacıyla
giren gazeteci Cemal Kaşıkçı'dan bir daha haber alınamadı. Güvenlik
kaynakları, Kaşıkçı'nın Konsolosluğa gideceği gün, içlerinde 15
Suudi yetkilinin de olduğu bir grubun, iki farklı uçakla İstanbul'a
gelip, günün ertesinde geldikleri ülkelere döndüklerini açıkladı.
Öldürülmüş olma ihtimali saatler geçtikçe artıyor.
Suudilerin İstanbul Başkonsolosu, kendilerini temize çıkarmak için
çok uğraştı. Olayın üzerinden dört gün geçtikten sonra Reuters
ekibine altı katlı binayı oda oda dolaştırdı. Dolapların içine
kadar gösterdi ama bir şey yapmadı: Kaşıkçı'nın Konsolosluk'tan
canlı ayrıldığını gösterecek kamera kayıtlarını ortaya koymadı.
Binadaki kameralar kayıt yapmıyormuş!
Kaşıkçı, bazılarının dediği gibi Suud monarşisine yönelik sert
eleştiriler yönelten biri hiç olmadı. Hatta uzun kariyerinin iki
döneminde Kraliyet ailesine danışmanlık bile yapmıştı. Veliaht
Prens Selman daha kısa pantolon giyerken, o kadınların araba
sürmesi gibi reformları savunmuş biriydi. Bugün de bazı reformları
savunuyor, hatta "radikal unsurların hapsedilmesini" dahi olumlu
buluyordu. Bir röportajında, "Tek istediğimiz nefes alacak kadar
bir yer" diyordu. Aldırmadılar...
Kaşıkçı'nın bir diğer özelliği ise uluslararası tüm platformlarda
Suudi Arabistan'ı Türkiye ile müttefiklik ilişkisi kurmaya
çağırmasıydı. "İranlıları Suriye'den çıkarmanın tek yolu, Suriye
Devrimi'ni kazanmaktır. Şu anda bunu destekleyen tek güç
Türkiye'dir. Suudi Arabistan, Türkiye'ye karşı soğuk savaş
politikasını bırakmalı. Yalnızca Türkler olumlu bir vizyona
sahipler" diyordu.
Suudi troller hariç Kaşıkçı'nın ölümünde Türk Emniyeti'nin ihmali
ve hatta kastı olduğunu düşünen yok. Tüm parmaklar tek bir yeri
işaret ediyor. Ancak sadece parmağa bakmayın; ötesini de düşünün:
Bu barbarlık neden Türkiye'de işlendi, nereye doğru çekilmek
isteniyoruz sizce?