Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bugün yapılacak
yemin töreninden sonra yeni bir sistemle yönetilecek olan Türkiye
Cumhuriyeti’nin başına geçecek.
Siyaset bir yana, yeni sistemin günlük hayatlarımız için ne anlam
ifade ettiğini, gazetelerde okuduğumuz devasa bürokratik
değişikliklerin sıradan vatandaşı nasıl
etkileyeceğini henüz bilmiyoruz.
Ancak kuşkusuz, sistemde tüm güç, devlette tüm yetki, eskiden
Çankaya, bugün ise ‘Beştepe’, ‘Saray’ ya da
‘Külliye’ diye anılan Cumhurbaşkanlığı’na geçecek.
Bu da bildiğimiz anlamda birbirini dengeleyen, zaman zaman
frenleyen ya da ifrit eden farklı devlet güçleri arasındaki
‘ortaklık’ döneminin kapandığı anlamına geliyor. Artık farklı
güçler yok, tek bir güç var.
Yeni sistem, denge-fren ve demokratik kurumlar açısından kusurlu ve
eksik olsa da artık neredeyse geri döndürülmesi imkânsız bir
değişim getiriyor. İleride iktidar değişse dahi bu noktadan sonra
parlamenter sisteme geçiş pratikte zor.
Bir anlamda bugün itibarıyla ‘ikinci cumhuriyet’
dönemine geçtik demek, abartı olmaz sanırım.
Ancak ‘başkanlık sistemine’ geçmiş olmak,
Türkiye’nin sorunlarının azaldığı anlamına gelmiyor. Tam tersine,
dün bizi bekleyen devasa sorunlar, bugün de karşımızda.
Bu sorunlar ekonomi, Batı ile sancılı bir kırılma süreci ve
demokrasi eksiği; hepsi birbiriyle ilintili üç temel
mesele. Bunlar, hangi sisteme geçersek geçelim, Türkiye’nin
çözmeden rahat edemeyeceği sorunlar.
Dün iktidara yakın gazetelere göz attığımda, hepsinde bir
‘yumuşama’ mesajı verilmeye çalışıldığını gördüm.
İyimser bir hava veren manşetler var. Bizde âdettir, seçimden sonra
hep iyimser...