Tarih, çok ama çok hızlı akmaya başladı. Onlarca yıl etkisi
sürecek devasa gelişmeler, birbiri ardına pat pat geliyor.
Son bir hafta içindeki olaylara bakın. Hafta başı, Lahey’de Avrupa
Dış İlişkiler Konseyi’nin (ECFR) düzenlediği toplantıda Brexit
sonrası Avrupa’nın halini konuşuyorduk. Avrupa’nın önde gelen
siyasetçi ve karar vericileri, tam bir “şok” halindeydi. Olay
sadece Britanya’nın AB’den çıkması değil, 2. Dünya Savaşı sonunda
kurulan uluslararası düzenin sarsılması demekti. Hiçbir şeyin artık
eskisi gibi olmayacağı, tarihi bir “dönüm noktasından” geçtiğimiz
ortadaydı.
İngiltere başka ülkelere ibret olsun diye cezalandırılmalı mı? NATO
boşluğu doldurabilir mi? Hepsinden daha da önemlisi, Brexit gibi,
Trump gibi, kurulu düzene karşı alttan gelen ve referandumu bir
“silah” olarak kullanan “kızgın millici-sağcı” akımların uzun
vadede demokrasiyi teslim alması nasıl engellenebilir?
Bu tartışmalar yaşanırken Türkiye’nin önce İsrail sonra da
Rusya’yla barıştığı haberi geldi. Pat pat. Avrupa için Türkiye,
artık kulübün bir üyesi değil, çeperde yönetilmesi gereken bir
durum. Kâh müttefik, kâh değil. Ama her daim komşu. Komşuluk
ilişkisinin şu anki ismi, AB üyelik süreci. Ancak herkes bu sürecin
sanal bir gerçeklik olduğunu, iki tarafın da bir aldatmaca içinde
olduğunu, sürecin nihayete ermesi gibi bir ihtimalin olmadığını
biliyor.
Benim de katıldığım bir panelde “Peki, Türkiye’nin Avrupa’yla başka
bir ittifak modeli olabilir mi? Sahte bir üyelik süreci yerine
gerçek bir stratejik ittifak daha mı iyi daha mı kötüdür?” diye
tartıştık. Ben Avrupa’nın ya Türkiye’yle ilişkisinde kendi
değerlerini ve demokrasiyi savunup sürecin hakkını vermesini ya da
Türkiye’ye ciddi ciddi başka bir model teklif etmesini savundum.
Tartışmalar uzadı... Salı gecesi Amsterdam’dan gelen uçağımız,
İstanbul’daki dehşet saldırı nedeniyle Ankara’ya yönlendirildi.
IŞİD bu saldırıyla artık Türkiye’ye resmen savaş ilan etmişti.
Gerçi, son bir yıl içinde metropollerdeki kör terör eylemlerine
300, ülke genelindeki şiddet sarmalına binlerce kurban veren
Türkiye, zaten artık kendi coğrafyasındaki kaosa çoktan teslim
olmuştu.