Son birkaç ay içinde farklı sebeplerle dünyanın önemli
başkentlerinde bulundum. Gidiş nedenim, davet edildiğim dış
politika konulu konferanslarda konuşmacı olmaktı.
Aslında bu konferansların en güzel yanı, resmi program değil, kahve
molası ve akşam yemeği sırasında diğer katılımcılarla yapılan
sohbetlerdir. Derin konular o zaman gündeme gelir. Siyaset ve
gerçek sıkıntılar konuşulur. Eğer katılımcılar arasında büyükelçi
ya da diplomatlar varsa, kravatlarını biraz gevşetip daha rahat
konuşmaya başlarlar.
Size bütün bu gezilerden çıkardığım sonucu aktarayım: Batı,
Türkiye’yi anlamıyor.
Ön kabul olarak Tayyip Erdoğan’ın ‘şu ya da bu
şekilde’ girdiği her seçimi kazanacağı düşüncesi var. Seçim
açıklandığı andan itibaren Batı başkentlerinde AKP’nin kazanacağı
üzerine hesaplar yapılıyor.
Oysa Türkiye’de seçim sonuçları iktidar açısından çantada keklik
değil. Zamanın ruhu Haziran 2015’e benziyor.
Batı’daki yanlış analizin nedeni, Türkiye’yi artık demokratik ya da
yarı- demokratik bir ülke olarak değil, Rusya ya da Çin gibi
otoriter bir rejim olarak görme eğilimi. Tabii ki Batı’da
Erdoğan’ın toplumun tümünde teveccüh görmediğini, hatta toplumun
yarısının Cumhurbaşkanı’na karşı pozisyon aldığını biliyorlar.
Ancak Türkiye’yi Rusya, Erdoğan’ı Putin gibi
düşünüyorlar. Referandumda yapılan çeşitli tartışmalı uygulamalara
bakıp, ‘Nasıl olsa kazanır’ diyorlar.
Oysa Türkiye, Rusya değil ve zamanın ruhu AKP+MHP ittifakının
lehine değil. Hiç değil. Siz bakmayın üç-beş yandaş yazara.
Gerçekte MHP’yle ittifak, AKP’ye can simidi değil, ideolojik ve
kadrolar anlamında bir felaket getirdi.
Ayrıca bir de bu toprakların kendi tarihi var. Biz demokrasiye daha
dün geçmedik. 1946’dan beri çok parti...