Hani bu iş cadı avına dönmeyecekti?
Dün, tam da 15 Temmuz darbesiyle yüzleşme sürecinin dönüp
dolaşıp Atilla Taş’ı,Aslı Erdoğan,
Şahin Alpay, Ali Bulaç ya da Necmiye
Alpay’ı tutuklama iradesine dönüşmüş olmasından, bunun ne
kadar tehlikeli bir “eski devlet” refleksini
tetiklediğinden dem vuracaktım ki, ekranlara yeni bir haber düştü:
Metropoll Kamuoyu Araştırma Şirketi’nin başındaki Özer
Sencar da darbe soruşturmasında gözaltına
alınmış.
Hükümetin yargı sonrası süreçleri ne ölçüde kontrol edebiliyor
olduğundan artık emin değilim. Ancak darbe sonrası gelen gözaltı ve
tutuklama dalgasının Türkiye’niniç
dengelerini altüst ettiğine, tehlikeli
bir yargı vesayeti yarattığına ve de
Türkiye’nin dünyadaki imajına tamir
edilemez hasar verdiğine eminim.
Devlet, sanki geçmişten hiç ders almamış gibi Ergenekon ve benzeri
süreçlerde yaşadığımız toplu linç ve
ardından gelen toplu
mağduriyetleri yeniden yaratmak için kolları sıvamış
durumda. Bize düşen, burada uyarılarımızı yapmak.
Tabii ki darbecileri en ağır şekilde yargılayacağız. Sistem halkına
bomba atanlara en ağır cezayı versin. Ancak darbecilerle yüzleşeyim
derken soruşturmayı darbeyle doğrudan ilgisi olmayan insanlara
uzatmak, sadece bu işi sulandırmaktır.
Şöyle söyleyeyim: Darbenin sivil yöneticilerinden olduğu
anlaşılan Adil Öksüz’ü elinden bu kadar kolay
kaçırmış bir yargı mekanizmasının Gülenci ortakları var diye
İstanbul’daki bir tüp bebek kliniğine ve oradaki embriyolara el
koyması, size normal geliyor mu?
Mevcut
ortam, evet-efendim-sepet-efendim’cilere,
vasatlara, trollere, ağzından köpük saçan işgüzarlara fazlasıyla
yarıyor; bu da beni korkutuyor. (Dün Mustafa
Karaalioğlu’nun “kurunun yanında yaş yanarken
bundan yaralananlar”benzetmesi çok yerinde.)
Yargı ortamının sağlıksızlığı ve yargıda
kalite sorunu da beni korkutuyor. Kimse kusura bakmasın ama son 10
yıl bana bu devletin yargısından, savcısından kuşku duymak için
fazlasıyla neden verdi. Pırıl pırıl yargıç ve savcılar var; ancak
rüzgâra göre hareket eden, donanımlı olmayan, yeri gelen ilk
fırsatta yasaklama, tutuklama, asma-kesme derdinde olan hâkim ve
savcılar da var. Hrant Dink’e 301’den dava
açıp ceza verenlerle daha sonra Ergenekon’da Türkan
Saylan’ın evini basan arasında hiçbir fark
yok. İster Kemalist, ister Gülenci, ister
şimdiki makbul haliyle anti-Gülenci; Türkiye’de yargı hep sorunlu
oldu. Dikkat edin.
Bu keşmekeş içinde kurunun yanında yaş yanmaması için
bazı normlargeliştirmemiz gerekiyor. Önümüzde
iki ayrı konu var. Biri darbe soruşturması, ikincisi Gülen
taraftarlarının devletten tasfiyesi. İkisinde de hatalı bir bakış
var. Anlatayım:
Artık okuma yazması olan herkes Fethullah Gülen cemaatinin gizli
bir hiyerarşik yapısı olduğu, devlet içinde kritik görevlerde
konumlandığını ve bu makamlarda paralel bir emir-komuta zincirine
göre hareket ettiğine kani. Her devletin kendini böyle bir gerçeğe
karşı koruma hakkı vardır; bu yüzden güvenlik bürokrasisi içindeki
tasfiyeleri kaçınılmaz bir refleks olarak görüyorum.
Ancak darbe soruşturması, Gülen
hareketine “üyelik” esasına göre
değil “eylem”bazında işlemeli. Velev ki adam
Gülenci ya da Gülen okullarından mezun ya da yıllardır okullara
bağış yapmış; mesele, darbeye katılmış mı?
Ergenekon davasında eylem değil, savcıların “darbeci
zihniyette” gördüğü herkesi aynı çuvala atılmıştı. Bu
yüzden de sahiden Türkiye demokrasisi üzerinde bir vesayet yaratan
darbeci gelenekle yüzleşemedi.