Geçenlerde sohbet ettiğim bir siyaset bilimci, AKP+MHP
ittifakının günlük ihtiyaçları çerçevesinde yalapşap
şekillendirilmiş yeni başkanlık sisteminin, bir cins parti-devlet
yapısına dönüşeceği tahmininde bulundu. Tarif ettiği, yıllarca
Ortadoğu’da hüküm süren Baas Partisi’ne benzer bir yapıydı. Arap
milliyetçiliği yerine Sünni muhafazakârlık ve Türkçülük odaklı bir
cins “İkinci cumhuriyet” modeli.
Hayır bu olmaz, dedim.
Türkiye’nin geleceğinde Baas Partisi benzeri, tam
teşekküllü bir parti-devlet yapısı yok. Birileri bunu
arzulasa dahi olmaz.
Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, bu ülke tarihin akışını geri
çeviremez, çünkü Türkiye kadar çoğulcu ve karmaşık bir yapı, tek
bir kimliğe dayalı bir yönetim modelini kaldırmaz. Baas
modeli, doğru dürüst seçimlerin olmadığı, ‘birey’
olgusunun daha belirginleşmediği, sosyal hakların olmadığı,
toplumların dünya sistemiyle entegre olmadığı bir döneme aitti.
Kalmadı artık böyle bir dünya.
Bugün Türkiye’yi yönetenler istese de, ülkenin ‘öteki yarısını’
dışlayan bir sistem kuramazlar. Denerlerse, herkes zarar görür.
Toplamı Türkiye nüfusunun yarısına tekabül
eden demokratları, liberalleri, solcuları, laikleri,
Kürtleri, Alevileri, azınlıkları, iş dünyasını, akademisyenleri,
avukatları, doktorları, kısaca AKP+MHP koalisyonu dışında kalan
kesimleri baskılayarak bu ülkeyi yönetmek, mümkün değil.
Yüzde 50 orada dimdik ayakta olduğu sürece (ki buhar
olmayacak ya!) bu ülkede diktatörlük mayası tutmaz.
Ancak katılımcı bir demokrasi kurulmazsa, mevcut ‘itiş kakış’
elbette devam eder.
Türkiye açısından en büyük risk, Suriye ya da
Mısır gibi seçimler...