Yavaş yavaş aykırı sesler gelmeye başlıyor.
İki gün önce Nihal Bengisu
Karaca, dün de Akif Beki’nin
“Durun yahu bu muydu Kerkük’te, Irak’ta istediğimiz” mahiyetindeki
yazılarına, bir de Nevzat Çiçek gibi iktidara
yakınlığıyla anılan isimlerin televizyon ekranlarındaki temkinli
ifadelerini ekleyin. Bu yorumlar, aslında iktidar cephesinde alttan
alta başlayan sorgulama sürecinin de bir yansıması.
İyi ki bu sesler var diyeceğim çünkü televizyon ve ana akım medyada
artık sansür ve “kara liste” uygulaması kurumsallaştırdığı için,
çatlak ses duymak pek mümkün olmuyor. Farklı görüşler, eleştirel
dış politika yorumları neredeyse yok gibi. Olaylar çok hızlı
gelişiyor ama ekranlarda karşınıza çoğunlukla papağan gibi aynı
şeyleri tekrar eden insanlar var.
Bu yüzden Karaca ve Beki’nin yazılarını önemsedim. Özetle “Tamam
Barzani’yi Kerkük’ten kovduk, kenti İran’a teslim ettik. Bu muydu
yahu istediğimiz” diyorlar.
Son haftalarda Türk dış politikası önce Barzani’yle papaz oldu,
sonra İran’la yakınlaştı, Bağdat’la arayı düzeltti ve nihayetinde
ABD’yle uzun soluklu olma potansiyeli taşıyan krizli bir döneme
girdi. Daha “Ne oldu” diyemeden atılan adımlar, fazla aceleci ve
hesapsız.
Barzani krizi, daha hünerli ele alınmalıydı. Barzani’yle ipleri bu
ölçüde koparıp Kerkük’te İran hâkimiyetini arttırmanın Türkiye’ye
çok faydası olmadığı açık. Ama sanırım bunlar hesaplanmadı.
Türkiye’nin her yerde “Kürtlere karşıt” bir pozisyon alıyormuş
durumuna düşmesi, akılcı değil. Ama Barzani özelinde hiç değil.
Sonuçta, Devlet Bahçeli’nin ısrarı ve trollist
medyanın gazıyla Ankara sadık bir müttefikten oldu. Irak’la
ticare...