ADETTENDİR, bu bayramın da şairleri Yahya Kemal'le Can Yücel olsun.
Birinin “Süleymaniye’de bayram sabahı”, diğerinin de “Bayram”
şiirinden ısmarlıyorum herkese.
Ama ondan önce, sizi alıp Süleymaniye’de bir iftar saatine götürmek
istiyorum.
Aman ya Rabbi, neydi o burun direklerimi kıran leş kokusu!
Süleymaniye’nin ihtişamı kadar keskin, dayanılmaz bir koku.
***
Cami önünde lokantalar sıralanıyor, boydan boya dizilmiş masalar.
İftariyelikler, pide sepetleri ortaya serilmiş.
İftar hazırlığı tamam, oruç açtırmak için Süleymaniye’nin
şerefeleri bekleniyor yansın diye.
İnsanı saran sıcak, davetkâr, hatta büyülü bir ramazan dekoru.
Fakat hemen meşhur kuru fasulyecinin olduğu köşe başından zehir
gibi bir koku yayılıyor. Çöp kokusu.
Öyle böyle değil.
Bütün atmosferi bozuyor, ne iştah bırakıyor insanda ne üç kuruşluk
keyif, berbat ediyor her şeyi, bütün sihrini alıp götürüyor
ortamın.
Avludan içeri girip arka cephesine dönüyorsunuz caminin, aşağıda
nefes kesen bir manzara.
Haliç ve Boğaz uzanıyor karşınızda. Tepeden bakıyorsunuz, ufukta
başka bir İstanbul’un pencereleri açılıyor. Rüya gibi bir
şehir.
Fakat turu tamamlarken o köşeden geçmek yok mu, leş gibi kokan
köşeden, kâbus...
***
Ali Rıza Demircan hocanın iftar davetine gitmiştim. Kurucusu olduğu
ADEV Vakfı’nın geleneksel iftarı.
Biraz da erken gitmiştim, Süleymaniye’de etrafa bakınarak yürür,
vakit öldürürüm diye.