Düşünce, siyaset ve cehalet

Bilginin ve kitabın aşırı derecede artmış olduğu halde bunun daha güçlü bir düşüncenin zeminini oluşturamadığı duygusu daha fazla yaygınlık kazanıyor. Bilgi fazlalığı...

Bilginin ve kitabın aşırı derecede artmış olduğu halde bunun daha güçlü bir düşüncenin zeminini oluşturamadığı duygusu daha fazla yaygınlık kazanıyor. Bilgi fazlalığı sağlıklı düşüncenin göstergesi değil, eskiden beri öyle değil. Çok bilgili olmak zorunlu olarak sağlıklı düşünceyi getirmiyor tabi. Çoğu kez bilginin artışı insanın asıl gerçek bilgiye karşı cehaletini de artırabilen bir faktör olabilir. Burada cehalet bilgiyle giderilemeyen, bilakis daha fazla bilgiyle artabilen bir hastalık.

Faydasız ilimden Allah’a sığınmamızın derin hikmeti vardır. İnsanın kibrini, istiğnasını, böbürlenmesini tetikleyen, bu duygularını besleyen bir bilgilenme süreci var. Biliyoruz ki, bu duygular insanın kendisi ve dünyadaki konumu hakkındaki aşırı cehaletinin bir yansımasıdır. En kibirli ve en hoşgörüsüz insanların bilgiyi meslek edinen insanlar arasından çıkanlarda olması tesadüf değildir.

Yapılan sosyolojik araştırmalarda eğitim düzeyi ile demokratik değerlerin gelişimi arasında ters bir ilişkinin olduğu sıkça tekrarlanan bir tespit. Çobanın oyu ile kendi oyunu karşılaştırarak kendine bir üstünlük payesi çıkaran eğitimliler tiplemesi tesadüfi değildir. Bilgilenme veya belli bilgi cemaatlerine dahil olmanın, kişi kendini bilmezse, kendiliğinden tetiklediği bir ruh halidir bu kibir. Yani cehaletten doğan ve cehaleti daha da artıran kibir… Filozofların peygamberlerden üstün olduğunu ciddi ciddi tartışmış, insanların “büyük” bildikleri koca koca filozoflar kendi bilgilenme tarzları lehine bir kibir üretmekten başka ne yapmış oluyorlar? Aynı şeyi sufi bilgilenme süreçleri içinde mesafe kat edenlerin yaptıklarını da biliyoruz. Velinin peygamberden üstün olduğunu düşünme veya hissetme noktasına bir tasavvuf seyrü süluku içinde insan hangi saiklerle ve nasıl varır? İlim, kendini bilmekten uzaklaştırıyorsa böyle bir kuru emeğe dönüşebiliyor. Bu kuru emeğin bir tarihi de yok, bilimsel gelişmeyle giderilmesinin bir garantisi de. Tarihi yok, yani ilkel çağlardan en ileri modern toplumlara kadar insanın ortaya koyduğu bir davranış örüntüsüdür.

Doğrusu düşünceye dair bu eleştirel hattan ilerlemenin her zaman kendinden menkul bir otantisite iddiasına yakalanma tehlikesi karşısında da ayrı bir teyakkuz geliştirmek gerekiyor. Teyakkuz, yani kendine karşı sürekli nöbet hali.

Bütün bu mülahazaların ötesinde bir toplumda düşüncenin varlığının veya yokluğunun somut göstergelerini arıyoruz. Toplumda bir yıl içinde kaç kitap yayınlanmaktadır? Bu kitapların tirajları ne durumdadır? Bu kitaplar ne kadar tartışılmakta, yeni başka düşünceleri veya kitapları ne kadar tetiklemektedir? Bu göstergelerin hepsinde belli bir düzeyi hedeflediğimizde uygun tedbirler alıp bunları yakalamak bile aslında o kadar imkansız değildir.

Üniversite sayılarının artması, tezlerin sayısının buna paralel biçimde katlanarak çoğalması, kitap veya makale yazarlığına ödüller, maddi veya manevi teşvikler verilerek sayısal oranların tutturulması mümkün olabiliyor. Hatta kitaplarda, makalelerde akademisyenlerin birbirlerine referans vermesi, getirilen kriterler ve teşviklerle bir şekilde yaygın bir trende de dönüştürülmüş oluyor. Ama bu süreçlerde bir resmiyet, bir formalite ifasının yüzeyselliği ve yapaylığı hep sırıtıyor. Referansların artışı birbirlerini iyi tartışan, birbirlerini sorgulayan, birbirinin önünü açan, düşüncede taş üstüne taş koyan bir birikimselliği göstermiyor. Çoğu kez referansların alakasız ve bağlamsız bir şekilde aralara sıkıştırılmış olduğu görülüyor.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
CHP’nin üniversite ufku Tanju Özcan’ınki kadar mıdır? 17 Nisan 2024 | 353 Okunma İslâmcılara azıcık hikmet penceresinden baksak? 15 Nisan 2024 | 397 Okunma Bayramınız cennette olsun! 13 Nisan 2024 | 63 Okunma Bayram, Gazze, Doğu Türkistan, Sudan ve Gannuşi 10 Nisan 2024 | 104 Okunma Gazze’ye yardıma layık olmak 08 Nisan 2024 | 75 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar