Bu kaos onların korumaya çalıştıkları düzenin kendisi

Ortadoğu’da I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuş olan düzenin yüzüncü yıldönümünde bu ülkelerin neredeyse tamamının hem rejimleri hem sınırları hem de onları oluşturan...

Ortadoğu’da I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuş olan düzenin yüzüncü yıldönümünde bu ülkelerin neredeyse tamamının hem rejimleri hem sınırları hem de onları oluşturan bütün bileşenler yeniden hareketlenmiş durumda. Aslında son yıllarda yaşamakta olduğumuz bütün bu hareketliliklerin tamamı I. Dünya Savaşı’nın aktörlerinin adeta hepsi arasında ortak olan bir sorun alanına yeniden çağrılmış oldukları bir durumu yansıtıyor.

Kuşkusuz o sorun alanının üzerinden yüzyıl geçmiş ve dünya artık yüzyıl öncesinin dünyası değil. Bu süreç içinde yüz yıl önce paylaşımı gerçekleştirmiş ve işi bitirmiş olan aktörler bugün de son sözü söyleme inisiyatifini ellerinden tutmak istiyorlar ama dünya artık eski dünya değil ve işin hem sosyolojisi hem de uluslararası ilişkiler düzeyi yepyeni şartlar oluşturmuş durumda.

Herşeyden önce yüzyıl önce Syces-Picot’nun taslak şeklini vermiş olduğu paylaşımla oluşturulmuş olan Ortadoğu tablosu Osmanlı’nın savaşta yenilmesi sonucunda Osmanlı topraklarının paylaşılmasına dayanmıştı. Bugünün Ortadoğu’su netice itibariyle yüzyıl öncesinin Osmanlı’sıdır. Yenilmiş ve parçaları kendi aralarında paylaştırılmış olan Osmanlı üzerinde belki de dönemin düveli muazzamasının ittifak ettikleri tek şey artık onun bir daha tarih sahnesine geri dönmemecesine öldürülmüş olduğuydu.

Bir süredir yaşanan huzursuzluğun bir sebebi muhtemelen o cinayet alanında beraber katlettikleri Osmanlı’nın ruhunu hissediyor olmaları. Hissettikleri bu ruh onları tedirgin ediyor, çünkü bugünkü varlıklarını o cinayetten elde ettikleri servetlere dayandırmışlar. Tedirgin ediyor çünkü bu topraklar bir türlü dinmiyor ve üzerinde yaratmaya çalıştıkları çarpık düzenler her gün karşılarına çıkarak yaşamakta oldukları zenginlikte hak talep ediyor, yaşadıkları konforun üzerine bir hortlak gibi çöküyor, kurduklarını iddia ettikleri, böbürlendikleri o saat gibi işleyen demokrasilerinin, insan hakları ve özgürlüklerine dayalı söylemlerinin sahteliğini, ikiyüzlülüğünü yüzlerine vuruyor. Rahatsız ediyor, çünkü özenle bezenle kurmaya çalıştıkları bütün konforlarının da ebedi olmadığı kaygısını içlerine işliyor.

Bugünlerde Avrupa’dan hem Türkiye’ye hem de genel olarak Ortadoğu’ya dair siyasetlerinde zerre tutarlılık yok. İnsan hakları ve insanlığı karşı suçlara karşı Hitler ve Naziler üzerinden destansı bir duruş sergileyen Avrupa ülkeleri Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da, Filistin’de işlenen insanlık suçları karşısında susma haklarını kullanmakla yetiniyorlar; tabii bu suçlara doğrudan aktif olarak dahil olmuyorlarsa. Dünyada insanlık Myanmar’da, Suriye’de, Mısır’da bizzat kendi katkıları ve müdahaleleriyle ölürken Türkiye’nin demokrasiden uzaklaştığına dair kaygılarını iki yüzlü bir biçimde dillendiriyorlar.

Bir bakıma her şey yüz yıl önceki aktörlerin yine yüz yıl önceki rollerine tekrar sarıldıkları bir sahneyi andırıyor. Türkiye üzerinde demokrasi baskısı sadece bir kolonileştirme aracı olarak işliyor. Yüzyıl önce ve onun öncesinden, bu coğrafyayı parçalamak ve bu coğrafya üzerindeki siyasi iradeyi yıkmak için başvurdukları teröre, darbelere, entrikalara yeniden başvuruyorlar. Demokrasi iddiası ve talebi bütün bu arkaik hasmane siyasetlerini artık yeterince gizleyemeyen, sapır sapır dökülen bir makyajdan ibaret.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sudan’da olanlar da Sudan’la sınırlı değil 24 Nisan 2024 | 223 Okunma Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından 20 Nisan 2024 | 268 Okunma CHP’nin üniversite ufku Tanju Özcan’ınki kadar mıdır? 17 Nisan 2024 | 358 Okunma İslâmcılara azıcık hikmet penceresinden baksak? 15 Nisan 2024 | 402 Okunma Bayramınız cennette olsun! 13 Nisan 2024 | 63 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar