Kar…

Geçen yıl İstanbul'a ilk kar düştüğünde yazmıştım, okumayanlar için tekrarlayalım...”   Martı sesleri sokağımızın üzerinde yoğunlaşmaya başladığında...

Geçen yıl İstanbul'a ilk kar düştüğünde yazmıştım, okumayanlar için tekrarlayalım...”
 
Martı sesleri sokağımızın üzerinde yoğunlaşmaya başladığında babam, gözlerini kısarak bulutlu gökyüzüne bakar:
-Kar geliyor, martılar karada uçarsa kar yağar, derdi.
Gün boyu havaya bakar dururdum, martıların çığlık çığlığa çağırdıkları 'kar’ın gelmesini beklerdim... 
İsmi ile müsemma bir sokak olan Taşlı Bayır,  akşam saatlerinde turuncu bir bilgelikte ışıtan sokak lambasının altında soluklanırken, önce yavaştan başlayıp gittikçe palazlanan bir kar senfonisinin beyaz örtüsü altında daha da güzelleşirdi.
Evlerden alkışlı çığlıklar yükselir, açılan camlardan uzanan eller, avuçlarda eriyen ilk kar taneleriyle ıslanırdı. Dilini çıkartıp kar yakalamaya çalışanların, pencere kenarlarına birikmiş bir parmak pamuğu birbirine atanların curcunası başlardı mütevazı hanelerde... Birkaç saat sonrasında hatırı sayılı kalınlığa gelen beyazlıklarda, çocuksu neşelerin en masumunda oynamaya başlardı Yel Değirmeni çocukları. Ertesi gece altı buz yapmış sokağımız, çevredeki diğer yokuşlar gibi kayak pistine dönüşürdü.
Sokağımızdaki ortaokulun önünde kurulan pazarın kenara istiflenmiş tezgâhları ters çevrilip içine doluşup bayırdan aşağıya birilerinin koşarak itmesiyle hızlanarak kayılırdı.
Annelerimiz mutlaka camlara çıkarlar, önlerinden neşeli bir yıldırım gibi geçen kızağa doğru makineli tüfek gibi seslenirlerdi:
-Ayağa kalkma sıkı tutun! Bereni çıkarma diyorum sana, Atkını düşürme sakın!
-Eldivenlerini tak, boğazını koru, ağzını açma, gel artık içeri baban çağırıyor!
-Önünü kapat kör olmayasıca öksürüğün tutarsa sorarım ben sana!
Kimseye kulak asmadan uçup giderdi kızağımız... Evimizin hemen karşısındaki, şimdi küçük bir park olmuş arsaya devasa bir kardan adam yapılmaya başlanırdı. Kömür gözlü, havuç burunlu, kaşkollü iri bir adam, küçük çocuk hayallerinde giderek şekillenirdi. Gecenin geç saatlerine kadar süren temaşa, üşüyen eller, kızaran burunlar ve titreyen bedenlerin pes etmesiyle yavaşlar, evlerindeki soba başlarına koşan çocukların gitmesiyle o gecelik biterdi.
Kar… Pencerenin kenarına oturup, boza ya da salep içenlerin şahitliğinde, sabır ve metanetle yağmaya devam ederek, sokağımızı el değmemiş beyazlıkta uzanan bir prensese dönüştürürdü yeniden.
Issızlaşan yokuşta rüzgârla savrulan neşeli çığlıkların üzerini uysal bir ihtimamla örter, sokak lambasının turuncu ışığı ve kardan adamla, ertesi gün yeniden kucaklayacakları çocukları konuşurlardı muhtemelen.
          Hakan Kınay-İstanbul
YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Köyde market tavuğu mu? 05 Ocak 2024 | 136 Okunma İlle vatan ille vatan 04 Ocak 2024 | 65 Okunma "Köylüme selam söyle" 03 Ocak 2024 | 85 Okunma İlaç gibi sohbet 02 Ocak 2024 | 116 Okunma Dedem ve anneannem 01 Ocak 2024 | 113 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar