Başkonsolosun gidişine izin vermeseydik ne olurdu?

Konu malum... O nedenle lafı dolandırmaya gerek yok. İzninizle dümdüz gireyim meseleye… Suudi Hava Yollarına ait dün saat 15.00'teki Riyad-İstanbul uçağından bir bileti olduğunu bilmeme rağmen dönmeyeceğinden...

Konu malum... O nedenle lafı dolandırmaya gerek yok.

İzninizle dümdüz gireyim meseleye…

Suudi Hava Yollarına ait dün saat 15.00'teki Riyad-İstanbul uçağından bir bileti olduğunu bilmeme rağmen dönmeyeceğinden emindim. Ama yine de; "hani olur da bizi şaşırtır, geri döner filan" diye teyakkuzdaydım. Ve takibi elden bırakmadım, nihayetinde Başkonsolos Muhammed Uteybi'nin uçağa binmediğini öğrendim.

Ondan sonra da klavyemin başına geçtim ve bu mevzuyla ilgili sanırım çoğunuza aykırı gelecek düşüncelerimi sizlerle paylaşmaya karar verdim.

Biliyorsunuz Konsolos Uteybi’nin yurt dışına çıkış haberinin hemen ardından bir yazı kaleme aldım.

"Diplomatik dokunulmazlığı olduğu için seyahati engellenemezdi" açıklaması üzerine de bir bilene danıştım.

Ve Profesör Ersan Şen’den, 1963 Viyana Konvansiyonu’nun 41. maddesine göre konsolosların ve konsolos çalışanlarının diplomatik bir dokunulmazlıklarının olmadığını, aksine ağır bir suç içerisinde olduğu ya da o suça şahitlik ettiği yönünde bir kanaat var ise çıkışına izin verilmememe hakkına sahip olduğumuzu öğrendim.

Ve Ersan Hoca’nın bu görüşünü yorumlamadan sizlerle paylaştım.

Tabii ortalık bayağı bir çalkalandı bu yazdıklarım üzerine.

Kamuoyu haklı olarak gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın kaybından/ölümünden sorumlu olan Suudi Başkonsolosunun tam da evinin aranacağı gün ve saatte elini kolunu sallayarak Türkiye’yi terk etmesine göz yumulmasına tepki gösterdi.

Gösterilmeye de devam ediliyor…

Şaşıracaksınız belki ama ben bu tepki gösterenlerle aynı yerde değilim.

Ve hatta karşı taraftayım.

Yani istenilse o konsolosun yasal olarak çıkışının durdurulması mümkünken hiçbir şey yapmayıp aksine gitmesine göz yumanların yanında.

Hiddetlendiğinizin farkındayım bazılarınızın ama bir saniye durun.

Çünkü söz konusu haberi kamuoyuna duyuran ilk ben olmama rağmen neden böyle düşünüyorum bir dinleyin!

Samimi söylüyorum ilk anlarda ben de aynı sizler gibi düşünüyordum.

Yani anlatılanlar, yazılanlar doğru ise Kaşıkçı’nın ölümünden sorumlu ilk şahsın elini kolunu sallayarak Türkiye’den çıkış yapmasına izin verilmesine ben de öfkeliydim.

Ancak bu öfkem yazım yayınlandıktan sonra gelen birkaç telefon sonrası tamamen değişti.

Arayanlardan biri çok eski bir diplomattı. Bir diğeri ise yıllardan beridir iş yaptığı Suudi Arabistan’ı ve Suud yönetimini çok iyi tanıyan, bilen bir haber kaynağım.

İkisi de yazdıklarımın yüzde yüz doğruluğunu teyit etti ama aynı zamanda ikisi de şu soruyu sordu:

“Konsolosu çağıran Suudi Arabistan… Adam gidecek illa ki… Peki gitmesine izin verilmese ve Ersan Şen’in söylediği Viyana Sözleşmesi dayanak gösterilip Konsolos hakkında hukuken ne yapılması gerekiyor ise yapılsaydı… Sonuç ne olurdu hiç düşündün mü?”

Sizi bilmem ama bu soru tokat gibi çarptı yüzüme ve o an Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın başına gelenler gözümün önüne geldi. Sonra şu anda Suudi Arabistan’da görev yapmakta olan bizim diplomatlarımız, o ülkede yaşamak zorunda kalan insanlarımız, işadamlarımız ve hatta turistik amaçlı bulunan vatandaşlarımız geldi aklıma…

Ve dedim ki kendi kendime, “Aman aman… İyi ki çıkışına izin verilmiş o Konsolosun!”

Gerçekten de böyle düşünüyorum. Emin olun siz de biraz benim baktığım yerden bakmaya başlarsanız aynı şeyi düşüneceksiniz.

Çünkü gözü dönmüş bu adamların... Türkiye eğer hukuki terminolojiyi hayata geçirip geri çağırdıkları Konsoloslarının çıkışına izin vermemiş olsaydı, bizim onların ülkesinde yaşayan vatandaşlarımıza neler yapabileceklerini düşünmek bile istemiyorum.

Kendi yurttaşları Cemal Kaşıkçı’yı, başka bir ülkede gözlerini kırpmadan parçalara ayırıp yok eden bir anlayışın sahiplerine, “Vermiyorum Konsolosunu” deyip rest çekmek, orada yaşayan Türk vatandaşlarının can güvenliğini riske atmak olmaz mıydı?

***

Muharrem İnce anketlerde niye olmamalı?

Geçtiğimiz Cumartesi çok yakın bir aile dostumuzun düğünündeydim… Aynı zamanda sıkı bir CHP’li de olan bu aile dostumuzun düğününe epeyce bir popüler CHP’li isim de iştirak etmişti.

Ancak Gürsel Tekin, Bakırköy Belediye Başkanı gibi birçok üst düzey CHP’linin olduğu düğünde tek dikkat çeken isim Muharrem İnce oldu.

İstanbul Büyükşehir Belediye başkan adaylığına gönlü olduğunu söyleyen Tekin, aynı şekilde onun da adı geçen eski İl Başkanı Cemal Canpolat, İnce’den epeyce bir önce geldiler düğünün yapıldığı salona.

Hatta o süre zarfında bu isimlerin oturduğu büyük yuvarlak masadakilerle oradan, buradan güzel bir sohbetimiz de oldu.

Bu sohbet sonrasında geldi Muharrem İnce salona.

Ben de iki masayı net biçimde gören kendi masama geçtim ve izledim pürdikkat.

Gürsel Tekin ve diğer isimlerin oturduğu masaya davetlilerin ilgisi yok denecek kadar azdı ama İnce yine popstar gibi muamele gördü.

7’den 77’ye herkes onunla fotoğraf çektirmek için kuyruğa girdi ve bu yüzden de gelin-damadın salona girişi gecikti.

Bu arada erkek tarafı CHP’liydi ama kız tarafının tamamı Siirtli muhafazakar bir aileydi.

İnce ile resim çektirmek için onların da neredeyse tamamı sıralandı düğünde.

Uzatmayayım…

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Hoşçakalın… 26 Nisan 2023 | 10.515 Okunma Depremzede seçmenle ilgili tuhaf bir durum var 18 Nisan 2023 | 540 Okunma İnce'nin cevaplamasını istediğim soru şu! 15 Nisan 2023 | 1.499 Okunma Seccade… 01 Nisan 2023 | 472 Okunma Akşener ne yapsaydı? 29 Mart 2023 | 1.014 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar