Bilimin sanat yoluyla kültürün içine çekilmesinin imkânı

Önceki yazımızı, “Bir geometriciyle, geometrik bir âlemde yaşadığını bilmeden mekâna katılanların idrak düzeyi aynı değildir.” diyerek, bunu çat kapı uğradığımız Gaston Bachelard ’ın “Hayal gücünün kavradığı mekân, geometricinin ölçümüne ve düşüncesine teslim edilmiş kayıtsız bir mekân olarak kalamaz. Yaşanmış bir mekândır bu. Yalnızca pozitifliğiyle değil hayal gücünün tüm taraflılıklarıyla yaşanmıştır.” sözleriyle desteklemiştik. Bu yaşanmışlığın “hep kendine çekme” özelliğine sahip olduğunu söyleyen

https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac

Önceki yazımızı, “Bir geometriciyle, geometrik bir âlemde yaşadığını bilmeden mekâna katılanların idrak düzeyi aynı değildir.” diyerek, bunu çat kapı uğradığımız Gaston Bachelard’ın “Hayal gücünün kavradığı mekân, geometricinin ölçümüne ve düşüncesine teslim edilmiş kayıtsız bir mekân olarak kalamaz. Yaşanmış bir mekândır bu. Yalnızca pozitifliğiyle değil hayal gücünün tüm taraflılıklarıyla yaşanmıştır.” sözleriyle desteklemiştik.

Bu yaşanmışlığın “hep kendine çekme” özelliğine sahip olduğunu söyleyen Bachelard, onun varlığı “koruyucu sınırlar içinde yoğunlaştırdığını” ama “hayaller krallığında” dışarıyla içerinin oyununun dengeli bir oyun olmadığını da o sözlerine eklemiştir. (Mekânın Poetikası, trc.: Alp Tümertekin, İthaki, İstanbul 2013)

Bachelard’ın belirlediği bu düzeyden baktığımızda evimizi sadece bizim sahipliğimize tevdi edilmiş özel bir yuvadan, içinde ibadet ettiğimiz bir mescidi Allah’ın evlerinden bir evden, şimdilerde nerdeyse bedenimize bitişimiş bulunan cep telefonunu normal bir iletişim aletinden… ibaret, yani son tahlilde birer maddi nesne sandığımız halde, bunlardaki ferdi ve ilahi huzur ile haber almanın ve vemenin manevi hazzını az ya da hızla gelip geçen şeyler olarak fark eder ama her iki halde de yani maddi ve manevi olanda geometrinin müşterek yerleşikliğini öne almayız.

Bu yaşanmışlıkta yaşanmayanın, içtekinin ve dıştakinin dengesinden azade olan hayallerin krallığındaki bir örneğini Hayâlî Bey’in şu gazeliyle vermeyi vadetmiştik:


Cihân-ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler

O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler


Harâbât ehline dûzah azâbın anma ey zâhid

Ki bunlar ibn-i vakt oldu gam-ı ferdâyı bilmezler


Şafak-gûn kan içinde dâğını seyretse âşıklar

Güneşte zerre görmezler felekte ayı bilmezler


Hamîde kadlerine rişte-i eşki takıp bunlar

Atarlar tîr-i maksûdu nedendir yayı bilmezler


Hayâlî fakr şalına çekenler cism-i uryânı

Anunla fahr ederler atlas u dîbâyı bilmezler


Hayâlî Bey’in bu gazelinde ilk bakışta tespit edebileceğimiz suçlamanın genelliği dolayısıyla hayatın tümünü kapsadığı için tekil bir suçlama olmaktan çıkarak, yukarıda zikrettiğimiz geometri içinde geometrisiz bir dünya idrakinin tümünü resmettiğini yani surete getirdiğini söylemeliyiz. Ancak yine de -bize göre- bu gazel sadece bundan ibaret değildir. Hayâlî Bey’in (mecazlarını, kinayelerini… paranteze alarak) bunu bir gazel formuyla ifade etmesinden elde edebileceğimiz önemli bir sonuç daha vardır.

Bu sonuç: sanatın, ilmi / inancı / kültürü… itibariyle geometrinin içinde yaşadığı halde onunla birebir bağ kurmayanın -ki kurmaması da gerekir zira kurulduğunda hayatını salt matematiğe indirgeyerek manevi sırlarını baştan yitirmiş olur- en etkili bağ kurma aracı olduğudur.

Bu önemli sonucu konumuz esasında şöyle de ifade edebiliriz: Biz kuşatan bir bilim olarak geometrinin -ve diğerlerinin- yukarıda zikrettiğimiz üzere bir idrak konusu olmadan varoluşunu sıradan her yeniden idrake sunmanın, diğer bir söyleyişle bilimi halka indirerek onu kültüre katmanın en etkili araçlarından biri sanattır.

Bunu, minyatürler ve resimler üzerinden örneklendirmemiz bizi sanatın tarihini konuşmaya iterek konumuzdan uzaklaştıracağı için, meraklı okurlarımızı haritaları, usturlapları da ihtiva eden Batı’nın Rönesans ve Aydınlanma, Gerçeküstücülük, Romantizm ve Preromantizm devrilerindeki resimlerden hareketle “Spinoza’yı eserine sokan sanatçı sayısı şaşırtıcıdır. Felsefe tarihinde sanatın içine böylesine çekilen bir başka filozof, sanat tarihinde bu kadar çok sanatçının felsefenin içine böylesine çekildiği bir başka örnek var mıdır bilmiyorum. Belki Nietzche?” deme gereği duyan Cemal Bali Akal’ın “Sonsuzluğun Portresi -Spinoza ve 17. Yüzyıl Hollanda Resmi” (Zoe, İstanbul 2024) adlı değerli çalışmasına yönlendireceğiz.

Bu bağlamda felsefeci Jacques Rancière’nin, Rilke’nin “Malte Laurids Brigge'nin Notları”ndaki “bir pencerede duran adam” imgesinden yola çıkarak, pencere ve bilim hakkında yaptığı şu güzellemeleri de bilimin sanat yoluyla kültürün içine çekilmesine dair ikinci bir örnek olarak işaretleyebiliriz:

“…Pencere başta tehdit değil vaat sunar. Yakın şeylerin mülahazasında yitip giden, müphem uzak diyarlara çevrilmiş o bakışı geri çevirerek pencerede durmanın yolunu yeniden öğrenmek gerekir. (…) Bilimin görevi, insanların aldatıcı temsiller içinde kaybolduğu söylenen bir dünyayı büyüsünden arındırmak değildir. Aksine ayık zihinlerin yavan bulduğu dünyanın aslında büyülü bir dünya olduğunu göstermelidir ve bu dünyayı meydana getiren gözbağı numarasını açığa çıkarmak gerekiyordur.” (Kurmacanın Kıyıları, trc.: Yunus Çetin, Metis, İstanbul 2019)

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Kendi zamanımızın sanatı hakkında başımızı ağrıtan kelimeler 04 Aralık 2025 | 46 Okunma İznik’te bir üniversite hayali 02 Aralık 2025 | 85 Okunma Papa gelmiş neyime 29 Kasım 2025 | 76 Okunma Halk Hikayeleri’ni adam etmek… 27 Kasım 2025 | 68 Okunma ‘Sazım düzen tutmaz, tel bozuk bozuk’ 25 Kasım 2025 | 41 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar