Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı
Önceki yazımı, “Lâklâkiyât içinde lagalugalı lakırtılarla gündelik hayata uyumlulaştırılıyoruz ya, artık ne gam!” diye bitirmiştim. Hareket noktam ise, tamı tamına modernleşme demek...
Önceki yazımı, “Lâklâkiyât içinde lagalugalı lakırtılarla gündelik hayata uyumlulaştırılıyoruz ya, artık ne gam!” diye bitirmiştim.
Hareket noktam ise, tamı tamına modernleşme demek olan değersizin değerlileştirilmesi, itibarsızlaştırmanın muteber olması; körleşmenin, çok şeyin görülmesiyle başarılması; lâklâkiyâtın hikmet sanılması; lagalugaya ciddiyet yüklenmesi; lakırtının, dedi kodunun, çalakalemliğin gündeliklik içinde normalleşmesiydi.
Bunları yazarken, konuya ilişkin örneğin en iyisi kapımın önündeymiş de meğer, haberim yokmuş.
Halen bir üniversitenin kurucu rektörlüğünü de yürüten tıp profesörü bir psikiyatr, söz konusu yazımın yayımlanmasından üç gün önce bakın neler söylemiş:
“Aşk anında beyin kana kimyasal salgılıyor. Aşk anında el ve ayak titriyor, tansiyon ve nabız heyecandan yükseliyor. Aynı zamanda bağlanmayla ilgili de kimyasallar salgılanıyor. Bu durumda en çok anne çocuk arasındaki bağlanmayla ilgili oksitosin maddesi salgılıyor beyin. Bu oksitosin, aşk hormonu, bağlanma hormonu diye geçiyor. Bu hormon aşıklarda ve evli çiftlerde daha çok salgılanıyor. Bu hormon erkek maymunlara verildiğinde dişisi ve yavrusuyla daha çok ilgileniyor. Şu anda bu oksitosin İsviçre’de sentetik olarak üretildi ve sorunlu çiftlere tavsiye ediliyor. Bunu kullanan çiftler birbirlerine daha çok ilgi duyuyor ve aralarındaki bağı güçlendiriyor. Leyla ile Mecnun hikayesinde de bu durum aynıymış. Şu an Leyla ile Mecnun yaşasaydı ikisini de tedavi edebilirdik. Patolojik aşkı tedavi edebiliyoruz.”
Piskiyatrın ismini vermeyişim onun şahsıyla bir meselemizin olmayışındadır. Ünvanını verişim ise, yaptığı lagaluganın ünvanı sayesinde değerli olmasındandır.