Anhedoni çağında yaşamak
Bir zamanlar bana keyif veren şeylerin artık hiçbir şey ifade etmediğini fark ettiğimde, önce kendimi suçladım. "Yorgunsun" dedim, "Belki de fazla koşturdun." Oysa yorgunluk geçince de değişen bir şey olmadı. Kahve...
Bir zamanlar bana keyif veren şeylerin artık hiçbir şey ifade etmediğini fark ettiğimde, önce kendimi suçladım. "Yorgunsun" dedim, "Belki de fazla koşturdun." Oysa yorgunluk geçince de değişen bir şey olmadı. Kahve hâlâ kahveydi, müzik hâlâ müzikti, arkadaşlarla buluşmak hâlâ buluşmaydı... Ama bütün bunların rengi solmuştu. Sanki dünya, yavaş yavaş doygunluğu azaltılmış bir fotoğrafa dönüşüyordu. Anhedoni dedikleri buymuş: Eskiden kalbimizi hızlandıran, yüzümüze gülümseme konduran şeylere karşı bir tür kayıtsızlık. En kötüsü de şuydu: Her eşya, her insan, her an sanki başka bir gezegendeymiş gibi hissediliyordu. Masadaki kitap Mars'tan, kahve kupası Jüpiter'den gelmiş gibi... Tanıdık olan her şey yabancıydı artık. Bir çağ tanımı yapacak olsak, belki de Anhedoni çağı demeliyiz.

Çünkü yorgun şehirlerde, sosyal medya ekranlarının arkasında, birikmiş seslerin ve görüntülerin içinde, hepimiz biraz eksildik. Çok fazla uyarana maruz kalmaktan belki ya da sürekli daha fazlasını istemekten. Zevk dediğimiz şeyin artık...