Nefs ve ruh (II)

İçine doğduğumuz ve irademizle pek müdahil olamadığımız anlam ağlarının gergefini dönemler, kültürler oluşturuyor. Dilin okyanusuna batmış anlam ve değerler, arada bir kelimelerin salına binerek...

İçine doğduğumuz ve irademizle pek müdahil olamadığımız anlam ağlarının gergefini dönemler, kültürler oluşturuyor. Dilin okyanusuna batmış anlam ve değerler, arada bir kelimelerin salına binerek nefes alıp veriyorlar. Biz Türklerin ruh ve nefs kavramlarına verdiğimiz anlamlar hem İslam-öncesi hem İslamiyet tarafından besleniyor. Ölümle ve matemle ilgili yazmış olduğum “Hoşçakal” kitabında eski Türklerin ölüm inançları hakkında da durmuştum, İslam-öncesi ruh kavrayışımızı oradan aktarmaya çalışayım:

“Eski Türklerde bugün kullandığımız ‘can’ ve ‘ruh’ sözlerinin karşılığı, ‘tin’ (nefes) kavramıydı. Tüm canlı varlıkların bir ‘tin’i vardı ama Gök-Tanrı’dan gelen kutsallık yalnızca ‘tin’ ile sınırlı değildi. ‘Süne’ denen ruh benzeri varlık yalnızca insanda, “kut” ise her şeyde bulunur ve onları kutsallaştırırdı.

Eski Türklerde ölüm, ruhun bedeni kesin olarak terk etmesiydi. Ruh, bedeni uykuda ve bazı hastalıklar sırasında da geçici olarak terk edebilirdi. Her görünmezin karşıtı olarak bir görünür nesne mevcuttu ve ruhun da görünür karşıtı bedendi… Beden yıkıldığı zaman (ölüm) ruh, serbest hâle gelir ve gezici olarak dolaşırdı.

Eski Türklerde insanın ruhundan ayrı olarak ayrıca ‘yula’ adı verilen bir ‘eş’i vardı; ‘yula’ da uykuda ve rüyada bedeni geçici olarak bırakıp gidebilirdi. Bedeni geçici olarak terk eden bu ruha ‘üzüt’, ‘ürek’ gibi adlar verilirdi. Yeraltındaki kötü ruhlar, ölüm meleği, ölüler âleminin ve cehennemin Tanrısı Erlik gibi kavramlar eski Türklerin inançlarına diğer dinlerden girmişti… Ölüm meleğinin altı yüzü vardı ve çekinilmesi gereken, soğuk yüzüydü. Can çekişen hastanın ölüm meleğini gördüğünde ağzının açık kaldığı düşünülürdü. Göçmüş ruhlar yılda bir kez, geceleri, hayatta iken yaşadıkları yerlere gelir ve ‘tiki’ diye bir ses çıkarırlardı.

Ölümden sonra hayata ve ahrete inanan eski Türklerde cehennem (tamuğ) kavramı çok sonra ortaya çıktı ama ruhlar baştan beri ‘iyi’ ve ‘kötü’ diye ayrılıyordu. Yeraltında bir cehennem olduğu inancıyla birlikte, kötü ruhların mekânı olarak da orası bilinmeye başlandı. İyi ruhlar ise göğe yükselirdi. Öldükten sonra iyi ruhlar yakınlarına iyilik, kötü ruhlar ise kötülük yapabilirdi.”

İslamlaşmamızın ardından hayli değişikliğe uğramış olsa da, bugün ölüm anlayışımızda, ölüm korkumuzda ve ruh kavramına verdiğimiz içerikte eski inançlarımızdan önemli izler olduğu kanaatindeyim. Gelelim Kur’an-Kerim’deki ruh ve nefs kavramlarına…

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Merhametten maraz doğmaz! 12 Eylül 2019 | 216 Okunma “Benden nefret et ama bana acıma!” 08 Eylül 2019 | 179 Okunma Merhamet esastır çünkü... 05 Eylül 2019 | 165 Okunma Merhameti kavramak zordur 01 Eylül 2019 | 146 Okunma Adalet, merhametten koparsa 29 Ağustos 2019 | 141 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar