Fetih mi işgal mi kıyım mı vahşet mi… böyle bir tartışma yok
aslında.
Hepsi son yılların icadı işler.
Tartışılsın, hiçbir mahzuru yok.
Eğer tarih bilincine, tarih bilgisine katkısı olacaksa daha fazla
tartışılsın hatta. Ama şehir kuşatma altındayken meleklerin
cinsiyetini tartışan bir zihniyetin kuşatanlardan ne kadar geride
olduğu, yıkılmayı hak ettiklerini unutmadan.
Unutuyorsanız da bu durumu haklı çıkaracak yeni donelerle.
Yaygın adıyla Bizans doğru tanımıyla Doğu Roma'nın son kalıntısı
artık kelimenin tam anlamıyla bir “kalıntı”ydı ve yıkılmaktan başka
kaderi de yoktu.
Günlük meselelerdeki ayrışma veya anormallik tarihe gittikçe daha
fazla sirayet ediyor, bu tartışma da bunun son kanıtlarından biri
sadece.
Üç gün yağma izninden, sınırlı sayıdaki tarihi belgeden yola çıkıp
1453'ü yorumlamaya kalkmak kuşatma altındayken meleklerin
cinsiyetini tartışanların durumuna düşmekten farksız.
Tarihi yaşandığı dönemden soyutlayıp bugünün bakış açısıyla
yorumlamak bile değil bu.
Aynı kanattaki kimileri gemilerin karadan yürütülmesine dahi
inanmıyor söz kendilerine geldiğinde. Oysa bu operasyonun o
tarihlerde çizimi bile var ve tarihte ilk defa yapılmış bir şey de
değil.
Endülüs de bir dönem pırıl pırıldır.
Gerçekten günümüze ışık tutacak kadar parlak, özenilecek kadar
iyidir güzeldir.
Ama ondan kalan son parçada, Granada'da Beni Ahmar sultanlığı da
uzun bir kuşatma altındayken o kuşatma yıllarını içeride baba
oğulun kavgasıyla geçirdi öylece.
İstanbul'un fethiyle de bir şekilde ilgisi vardı bu olup
bitenin.
Nasıl ki etrafı tamamen Müslüman toprakları haline gelmiş ve
ortalarında bir ada gibi tek başına Hıristiyan merkezi olarak
yaşamaya çalışan İstanbul fethedildiğinde haberi duyan Papa'nın
koltuğundan düştüğü rivayet ediliyorsa, etrafı tamamen yeniden
Hıristiyanlaşmış Endülüs'ün son parçasının da bütün olup
bitenlerden sonra direnme ihtimali kalmamıştı.