"Bir kimse âlimlerin
sohbetinde bulunur, fakat onlara hürmet etmezse, ilâhî feyizden
mahrum kalır..."
Abdülhay ibn-i İmâd hazretleri
Hanbelî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. 1032 (m. 1623)’de Şam’ın
Sâlihiyye kasabasında doğdu. 1089 (m. 1679)’de Mekke-i mükerremede
vefât etti. Meşhûr “Şezerât-üz-zeheb fî ahbâr-i men zeheb”
adlı eserin müellifidir. Bu eserinde Peygamber efendimizin
(sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke’den Medine’ye hicretinden
itibâren, zamanına yani hicri onbirinci asrın başına kadar
yaşamış âlim, velî, devlet adamı, meşhur tüccârların hayatlarını,
vefât târihi sırasına göre anlatmıştır. Bu kitabından, Ebû Ali
Sekafî hazretlerini anlatan bölüm:
Ebû Ali Sekafî hazretleri, kendi
zamanında yaşayan evliyanın en büyüklerindendi. Nasîhat olarak
buyurdu ki: "Bir kimse dünyâya yönelirse, dünya meşgaleleri
onun için âfettir."
Ona; "kişi için en güzel hasletler nelerdir?" denildi. O; "Kişi, şu dört hasletten gâfil olmamalıdır: İlki doğru söz, ikincisi doğru iş, üçüncüsü samîmî dostluk, sonuncusu ise emânete riâyeti gözetmektir" buyurdu.
Ona; "kişi için en güzel hasletler nelerdir?" denildi. O; "Kişi, şu dört hasletten gâfil olmamalıdır: İlki doğru söz, ikincisi doğru iş, üçüncüsü samîmî dostluk, sonuncusu ise emânete riâyeti gözetmektir" buyurdu.
Âlimlerin sohbetinde bulunmanın
önemini anlatır, edebin gözetilmesinin lüzumuna işâret ederdi. Bu
hususta; "Bir kimse âlimlerin sohbetinde bulunur, fakat onlara
hürmet etmezse, ilâhî feyiz ve bereketlerden mahrum kalır ve
âlimlerdeki nurlar, kendinde görünmez" buyurdu.
İlmi över, amellerin ihlâs ile
yapılmasının fayda vereceğini söylerdi. Bunun için; "İlim; cehâlete
karşı kalbin hayâtı, karanlığa karşı gözün nurudur"
buyurdu.
Ebû Ali Sekafî hazretleri
anlatır: "Bir gün üç erkek bir kadın tarafından omuzlar üzerinde
taşınan bir cenâze gördüm. Gittim cenâzenin kadın tarafından
tutulan kolunu omuzuma aldım ve mezarlığa kadar götürdüm. Sonra
cenâze namazını kılıp defnettik. Oradakilere;
-Size yardımda bulunacak bir
başka komşunuz yok muydu? deyince;
-Vardı ama bunu hor ve hakîr
görüyorlardı, dediler. Ben yine;
-Peki ne yapmıştı? dedim.
Onlar;
-Çünkü bu çok
günahkârdı, dediler... Sonra oradan ayrıldık. Vefât eden
kişiye acımıştım. O gece bir rüyâ gördüm. Rüyâmda biri yanıma
geldi. Yüzü ayın on dördü gibi parlıyordu. Ayrıca çok kıymetli
elbiseler giymişti ve tebessüm ediyordu. Kendisine; 'Sen
kimsin?' dedim. Bana; 'Cenâze namazını kılıp defnettiğiniz,
günahkâr kişiyim. Halk tarafından horlanmıştım. Lâkin yüce Rabbim
son ânımda bana merhâmet eyledi. Şimdi bu merhâmetin nîmetleri
içindeyim' diye cevap verdi."