(İman), Muhammed aleyhisselâmın
Allahü teâlâ tarafından getirdiği bilgilere kalbin inanması ve
inandığını dil ile söylemesi demektir. Bu bilgilerin her birini
araştırmak ve anlamak lâzım değildir. Mu'tezile fırkası, herbirini
anlayıp inanmak lâzımdır dedi. İbâdetin vazîfe olduğuna inanmak
imandandır. İnanmak başkadır. Yapmak başkadır. Bunları birbirlerine
karıştırmamalıdır. İnandığı hâlde, tembellikle yapmayan kâfir
olmaz. Farz olan ibâdetler, îmandan sayılmaz. İmâm-ı a'zam Ebû
Hanîfe, ameller imandan parça değildir buyurdu. İman, inanmak
demektir. İnanmakta azlık çokluk olmaz. İbâdetler, iman olsaydı,
iman azalıp çoğalırdı.
Gözden perde kalkıp azâb
görüldükten sonra olan iman kabul olmaz. O ânda, iman ile
gidenlerin imanları ancak kalb iledir. İbâdetler yapılamaz. Âyet-i
kerimede buna iman denildi. Âyet-i kerimelerde, imanı olanlara,
ibâdet yapmaları emrediliyor. Bundan da, imanın ibâdetten başka
olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan başka, Kur'ân-ı kerimde, (İman
edenler ve sâlih işler yapanlar) buyuruldu. Bu da, ibâdetlerin
imandan başka olduklarını gösteriyor. (Mümin iken, sâlih amel
işleyenler) âyet-i kerimesi, amellerin imandan ayrı olduklarını
açıkça göstermektedir. Çünkü, şartın meşrûttan başka olması
lâzımdır. İman edip, hiç ibâdet yapamadan, hemen ölenin, mümin
olduğu söz birliği ile bildirilmiştir. Cibrîl hadisinde de imanın
yalnız inanmak olduğu bildirilmiştir.
İmâm-ı Ahmed ve İmam-ı Şâfi'î
ve hadis âlimlerinden birçoğu ve Eş'arîler ve Mu'tezile, ibâdetler
imanın parçasıdır. İman azalıp çoğalır dediler. İman ile amel,
başka olursa, günah işleyenlerin imanları ile, Peygamberlerin
imanları bir olurdu dediler. (Onlara âyetlerim okunduğu zaman,
imanları artar) âyeti ve (İman artarak, sahibini Cennete götürür.
Azalarak da, Cehenneme sürükler) hadisi, imanın azalıp çoğaldığını
bildiriyor dediler. İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe, bunlara cevap teşkîl
eden bilgileri önceden anlatmış, "imanın artması, devam etmesi, çok
zaman sürmesi demektir" demiştir. İmâm-ı Mâlik de böyle
dedi.