Şimdi, gelip geçen onca insan arasından bir kişi “haram olur”
şuurunu yaşıyordu. Nereden nereye...
Gazetemizde Ahmet Demirbaş ağabeyin köşesinde okumuştum. Kanunî
döneminde ordu Belgrad’a doğru seferde iken bağların ve bahçelerin
aralarından geçiliyormuş. Ordu çok güzel üzümleri olan bir bağdan
geçerken askerin biri dayanamayıp bir salkım üzüm koparmış ve
susuzluğunu gidermiş. Sonra da asmaya bir kese içinde, yediği
üzümün değerinin üzerinde bir para bağlayıp yoluna devam etmiş. Çok
geçmeden mola verilmiş.
Bir köylü kan ter içinde gelmiş ve padişahla görüşmek istediğini
söylemiş. Huzura çıkınca da Kanunî sormuş:
-Nedir bu hâlin, bir şikâyetin mi var?
-Ben şikâyet için değil memnuniyetimi bildirmek için geldim.
-Askerlerim sizi memnun edecek ne yapmışlar?
Köylü, askerin bir salkım üzüme karşı, oraya bağladığı para
kesesini anlatmış ve “sizde böyle güzel ahlaklı asker olduğu
müddetçe sırtınız yere gelmez” demiş.
Kanunî derhal o askeri buldurtmuş. Hıristiyan köylü askere ne ödül
verileceğini beklerken Sultan demiş ki:
-Niçin izinsiz iş yaparsın bre? Parası verilmiş olsa bile
sahibinden habersiz almanın caiz olmadığını bilmez misin?
Hıristiyan köylü şaşkınlık içindedir:
-Ben bu askerin ödüllendirilmesi için gelmiştim. Siz onu
cezalandırdınız?
-Böyle davranan bir askerle zafer kazanılmaz, bunun için geri
gönderdim.
-Ama o parasını fazlasıyla bırakmıştı.
-Eğer parasını bırakmamış olsaydı o zaman zalimlerden olurdu ve
daha ağır cezaya çarptırılırdı!..
***
Bunu niye mi anlattım?