Hıçkırarak saatlerce ağlayıp gözyaşı dökmüş, artık bu evliliği
sonlandırmaya karar vermişti!..
Neyse bir yıl bu evliliği yürüttüler. Kadın, haftanın üç günü
hastaneye gidiyor, oğlum izin alamıyor. Kendisine yardımcı kimseyi
de bulamıyor, bize boyun büküyordu. Biz de evladımıza yardımcı
olabilmek, onun yükünü hafifletebilmek için ailece seferber
olmuştuk... Onca sıkıntı ve fedakârlıkla büyüttüğüm kıyamadığım
evladım resmen iç güveyisi olmuş, yetmemiş bizi de yanına alarak
ana-kızın her türlü hizmetini görmeye başlamıştık.
Keşke huyları güzel olsa, içim yanmazdı. Kadıncağız ne ölüyor ne
iyi oluyordu. Buna rağmen ne vicdan ne merhamet ne de insani duygu
vardı her ikisinde de. Allah korkusu, kul hakkı nedir
bilmiyorlardı. Bazen ziyaretlerine gittiğimde, ev işlerini oğlumun
yaptığını gördükçe gözyaşlarımı içime atıyor, kahrımdan
eriyordum... Evladım ki kul hakkından çok korkuyor bu insanlara
olurundan fazla değer veriyordu.
Evleneli bir yılı aşmasına rağmen de çocukları olmamıştı... Bir gün
oğlumun sabrı taşar. Çünkü ana kız nankör ve bencildir. Çileli bir
hayat yaşayan evladımızın sinirleri harap olmuştur. Sabrı taşmış
ana kızı bırakıp gözyaşları içinde kendi evine gitmiştir. Burada
avazı çıktığı kadar hıçkırarak saatlerce ağlayıp gözyaşı dökmüş…
Artık, çileden başka bir şeyi olmayan bu evliliği sonlandırmaya
karar vermiş.
Bizim bu durumdan hiç haberimiz yoktu. Sonradan haberimiz olduğunda
beraberinde bir torunumuzun olacağı müjdesi de gelmişti.
Yapamazdık, torunumuzun dağılmış bir ailede büyümesine razı
olamazdık.