“Çinlilere uzaydan görülen Çin
Seddi'ni yaptırtan bir millet, bütün dünyanın şahitliğinde olmuştu
etten bir set...”
O gece; düşmanın gözünde salası
okunan bir millet, kulağına ezan okunan çocuk gibi yeniden doğmuştu
yeryüzüne.
Fatih’in şehrinde Boğaz kesip
millî iradenin merkezinde en alçak uçuşla bomba yağdırarak
milleti sindireceklerini zannetti hainler. Millî iradenin
merkezinde mahsulünü yakarak mürtet karanlığını delmişti Kazan’ın
kahramanları.
Batılın kini, virüs gibi ihanetin
piyonlarına bulaşmıştı. Dünyanın dört bir tarafına önden giden
atlılar (!) nasıl bir ‘‘U’’ dönüşüyle mankurt olup kurşun sıkıyordu
milletine! İşte yarım asra yakındır sahte gözyaşıyla tarih
sahnesinde oynanan Sabbah ve Lawrence tiyatrosu bu olsa
gerekti.
Koca bir imparatorluğun
sekerâtında olduğu gibi Anadolu; yine "ana" olmuş, komşumuz,
akrabamız, Çanakkale’de neferimiz olan kurak coğrafyanın
mazlumlarıyla dolarak, İslam’ın yıkılmaz son kalesi olmuştu.
Antep’in kapısını çalan Halep mazlumlarının ahı dualarla birleşince
ihanet hareketi bozguna uğramıştı. Mazlumun hicretine kapımızı
aralayarak zafer kapısından girmiştik milletçe.
Minarelerdeki bülbüller
karanlıkta yeni günü müjdeliyordu. Gece bir anda minarelerden
yükselen hakikatin nuru ile aydınlanıp milyonların kalbinde tecelli
eden ilahi kararla; "Halis" kalplerde yanan cesaret ateşiyle,
ihanet hareketi kül olmuştu bir anda. Çinlilere uzaydan görülen taş
setleri (Çin Seddi) yaptırtan bir millet, bütün dünyanın
şahitliğinde olmuştu etten bir set.
"Arkadaş, yurdumu alçaklara
uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu
hayâsızca akın."
Darbenin şaşkınlığı yaşanırken,
ihanetin can damarına saplanan süngü olmuştu minareler. On yedi yıl
önce "Başkomutan"ın bedelini ödediği mısraların
ruhuyla; "minareler süngü, müminler asker"di. Millet, yedi
düvelin arkasında olduğu canavarlaşmış koskoca bir ihanet devini
bir anda devirdi. Artık, devir yeni bir devirdi. Çanakkale’nin 250
bin neferi koca bir devrin hüsnü hatimesiyken kahpe dünyanın öncüsü
"Herkülvarî" saldırıyı püskürtürken; 15 Temmuz’un 250’ye yakın
eri ise; parlak bir istikbalin bidayetiydi...
Yıllardır şehitler, babaları
tarafından yolcu edilirdi. Bu kez yağan yağmurda "Başkomutan"la
yola çıkan bir baba "Havz-ı Kevser"den içmek için millet ordusuna
evladıyla katılmıştı. Peki, son durakta kim uğurlayacaktı
onları? DEVAMI YARIN