“Avuç büyüklüğünde vardı,
örümceğe benziyordu ama değildi şöyle yürüdü geçti” diyor
annem...
Her tıkırtıda irkildim sonra
yeniden öldüm. Gök mavileşmedi bir daha, demir grisi oldu, öylece
öldü gök. Unutuyorum dedim, öldüğümü unutuyor çay demliyorum,
anneme sesleniyorum dili damağına dolanıyor, uykudan ayılamıyor,
bağdaş kurup oturuyor, antreden gelen ışık yüzünün yarısını
aydınlatıyor.
“Ne bileyim daha önce görmedim,
avuç büyüklüğünde vardı, örümceğe benziyordu ama değildi şöyle
yürüdü geçti” diyor.
Antreye bakıyorum, böceğin
ürpertisi var kendisi yok! Susuyor annem. Cahilliğine verdim genç
psikoloğun, “yüzüne söylenmezmiş” diyemedim. Öğrenir, genç o
daha.
Akılsızlar Hastanesi
akılsızların akıllarını aldıkları insanlarla dolu. “Gerçek
akılsızlar gelmez buraya” diyor yaşlı bir doktor, akılsızların
delirttiği insanlar gelir. Annem ölmeseydi bırakmazdı beni, kol
dikmeyi unutmuşlar bu giysilere, küçükken annemin yemek yedirirken
boynuma taktığı...