Soruma karşılık “oğluna sor”
demesine doğrusu çok bozuldum ama ses çıkarmadım...
Bacanağımın lokantasına gelen ve
iyi bir Türkçe bilen Amerikalı ile konuşmaya
başlamıştık... Kendisi burayla ilgili kitap yazmak için burada
olduğunu söyleyince “Yani ne bakımdan” dedim: "Burasının tarihi
hakkında" dedi ve ekledi:
“Seni tanıyabilir miyim,
kimsiniz?”
“Emekli astsubayım” dedim. Fazla
uzatmadan konuşmayı kestim. Sonra bacanağıma dönüp
mırıldandım:
“Bu iyi pabuç değil bacanak”
dedim.
Artık beni bir merak sardı. Her
çarşıya çıktığımda karşılaşıyoruz. Şuradan, buradan derken laf
arasında bir İngilizce kelimenin manasını soruyorum. Bana Türkçe
cevaplar veriyor ama İngilizcesini söylemiyordu. Sebebini sordum.
Bana “senin oğlun varmış; emekli astsubay, ona sor”
dedi.
Üvey oğlumun da emekli astsubay
olduğunu ve Amerika’da çok kaldığını söylemiştim. Soruma karşılık
“oğluna sor” demesine doğrusu çok bozuldum ama ses
çıkarmadım.
Aslında bu cevap kavga edilecek
bir cevaptı. Bunu unutmadım. Bir sırasına getirip:
“Sam, sen bir misyonersin, değil
mi?” dedim.
Sertçe:
“O ne demek, ben bir ilim
adamıyım” dedi.
Ara sıra camiye gelip cemaatin
içinde oturuyor, bizimkiler de “Sam Müslüman olacak” diye
seviniyorlardı. Ben kanaatimi bildirerek:
“Ne Müslüman’ı, sizi Hıristiyan
etmeye çalışıyor adam” dedim.
Sözlerimin manasını tam
anlamadılar ve laf öylece gitti...
Bir gün Karboğazı’na ava
gittiğimizde ne görelim? Sam, karısını da davarcıların çadırına
getirmiş, orada gecelemiş.
Buraya da bir “hımm...” noktasını
koydum. “Kandıracağı kişileri iyi seçiyor demek”
dedim.
O gece yarısı, av için yattığımız
ine çıktı geldi.
Arkadaşlar kendisine “Senin
burada ne işin var be?” deseler de aldırış bile
etmedi.
Bir gün de bana dedi
ki:
“Sizin millet iflah
olamaz!”
“O ne biçim söz
Sam?”
“Bak sana izah edeyim. Bir kere
gençleriniz babaları ile kahvede oyun oynuyor, içki içiyor.
Çocuklarınızı ancak yedi yaşında okula veriyorsunuz ve en kötüsü,
yiyicilik almış gidiyor” dedi. “Nereden biliyorsun?”
dedim.
Ankara’ya giderken doğru yanlış,
yolda karşılaştığı bir rüşvet olayını anlattı ve “işte delili”
dedi.
Ben bunun üzerine
öfkelendim:
“Sizin memlekette deveyi hamudu
ile yutan niceler yok mu?” dedim. DEVAMI
YARIN