“Allah’ım babam varsa onu görmeyi nasip et… Benim de bir ailem
olsun bu dünyada...”
Kartal Yakacık yurdunda kaldığım yıllardı… Yine sahipsizliğin,
kimsesizliğin ve sınıfta ötekileştirilmiş olmanın ezikliğiyle
dalmışım uzaklara…
Elimde bir kalem, önümde defter… Öğretmenimiz anlatıyor bir şeyler…
Ama ben sadece kendimi dinliyorum… O çocuk kalbimle yalvarıyorum
içimden:
“Allah’ım, güzel Allah’ım… Annem varsa onu bulmamı nasip et bana ne
olur… Ne olur güzel Allah’ım babam varsa onu görmeyi nasip et…
Benim de bir ailem olsun bu dünyada ne olur… Beni evlerine
alsınlar… Ben de evden geleyim bu sıralara… Benim de ödevime
baksınlar… Ben de öğretmenlerimin saçını okşadığı çocuklardan
olayım ne olur…”
Şimdiyi bilmiyorum ama o yıllarda normal öğrencilerin arasında
"yurt çocuğu" olmak bir ayrı ruh işkencesiydi bizim için… Bir
kahrolmuşluk duygusu yaşatıyordu insana… Ben yurt öğrencileri
arasında daha da yalnızlık hatta yapayalnızlık duygusu yaşıyordum.
Çünkü benim hiç kimsem yoktu…
Elimde kâğıt kalem, minik çehreler yapıyorum… Gözyaşı damlaları
damlıyordu kenarlarından… Bir anne resmi çiziyorum… Bir baba resmi…
Çizdiğim resimlerin görselliğini kimse bilmiyor… Ben sadece kendi
duygularımı kendim resmediyorum o kadar…
Bir ara nasıl olduysa çizgiler minik elimde karikatürleşmeye
başladı… Kalem elimin altında kâğıdın üstünde güzel ritmik
hareketler yapıyordu… Yalnızlığıma arkadaş olurcasına
kırılıveriyordu gamzeler… Sonra gülümseme motifleri… Ağlayan adam…
Kaş çatan… Ağız açan…
Farkında bile olmadan kendime kendi kalemimle eğlence bulmuştum
minik kalbime…
Gazete kâğıtlarında hemen her gün boy gösteren dönemin siyasi
liderlerinin resimlerini çizmeye heveslenmiştim. Baktım onların
karikatürlerini de yapmışlar… Ama çok kolay geldi bana… O çizgileri
kopyalamaya başladım…