“İnanın artık kendimizden çok
kira parasını nasıl ödeyeceğimizi düşünür olmuştuk...”
Yıllar önce bir sonbahar
mevsimiydi. Tahminim aralık ayının sonlarıydı... Kelimenin tam
anlamıyla sıkıntılı günler yaşıyorduk... Hem maddi yönden bir
ekmeğe muhtaç olduğumuz günler oluyordu, hem manevi yönden gurbetin
verdiği acıyla yalnızlığımıza kahroluyorduk...
Şimdiye kadar kimseye muhtaç
olmadığımız için, bu perişan hâlimiz doğrusu gücümüze gidiyordu...
Üstelik ilk defa başımıza gelen yoklukta, kime ne söyleyip de
kimden nasıl yardım isteyeceğimizi de bilemiyorduk...
Eşimin çalıştığı iş yerinde,
birkaç kişinin Adapazarı’na çalışmak için gittiğini öğrendik...
Birkaç yıllık iş var diyorlardı... Çalışacakları yer ise bir dağ
köyünde bulunan mermer atölyesiydi... Şehir hayatında büyüdüğüm
için o dağ köyünde ne yapacağımı oranın şartlarına nasıl
alışacağımı bile düşünmeden çekip gittik... Nereden bilebilirdim
daha kötü günlerin bizi beklediğini!..
Köy yeri sanki bir asır önceki
yoksulluk ve mahrumiyet içerisindeydi. Ne hastane ne postane ne de
doğru dürüst bir çarşı pazar vardı... Yokluk sefalet, tam anlamıyla
kapımızı çalmaya hazırlanıyordu...