“Eşek kaçmak yerine yerde hareketsiz yatan kurdun burnunu
koklamaya başladı…”
Harmanlarımızı, rüzgâr alsın diye köyün en yüksek en seyirli
yerlerine kurmuş köylülerimiz.
Ekinlerimizi biçer, desteler, yığın yaparız. Belli bir istirahatten
sonra da yığınları harmanlarımıza taşır, orada da yığın yaparız. Bu
yığınları da korumaya alırız.
Bir akşam harmanımızı beklerken baktım ki affedersiniz iki eşek
gelmiş yığınımızı söküyorlar. Neyse çabuk fark edip hayvanları
oradan kovdum. Onlar da neşeyle ovaya indiler. Ben de gayriihtiyari
yani farkında olmadan “ey kurt neredesin?” diye bir temennide
bulundum. Tesadüf ya gece ay ışığı öyle parlak ki sanırsınız gündüz
gibi… Ekinler de biçildiği için, tarlalarda en ufak bir kıpırtı,
bir hareket bir gölge vb. hemen fark ediliyor, göze çarpıyordu.
Dağdan bir karartının büyük bir süratle gelmekte olduğunu fark
ettim. Az önce kovduğum hayvanlara görünmeden, onlar kumlu yolda
ilerlerken, dikenlerden yapılmış çitin altından geçerek ileride
hayvanların önüne pat diye çıkmasın mı? Hayvanlar kurda kötü
yakalanmışlardı. Zor durumda kaldıkları çıkardıkları sesten
anlaşılıyordu.
Kurt onları bırakmıyordu. Hayvanlar kurt yaklaştıkça çifte
atarak kendilerini kurdun saldırısından korumaya çalışıyorlardı.
Ama bu gayret nereye kadar sürerdi?
Kurt hayvanlardan kendisine zorluk çıkartacak derecede iri ve güçlü
olana bilerek açık kapı bıraktı. Hayvan da fırsatı kaçırmadı
koşarak, nara atarak, çifte atarak oradan uzaklaştı…
Diğeri kurt ile baş başa kalmıştı. Bir süre çifte sallayıp kurdu
oyaladı. Kurt bu defa taktik değiştirdi. Başladı eşeğin etrafında
dans eder gibi dolanmaya. Ama ne dans… Sanki kurt postuna
bürünmüş bir popstar vardı… Hayvan kaçma fırsatı doğduğu hâlde
dansın havasına kapıldı…
Sonunda kurt dansı kesip upuzun yattı… Eşeğe yine kaçma fırsatı
doğmuştu. Ama eşek kaçmak yerine yerde hareketsiz yatan kurdun
burnunu koklamaya başladı…
Kurt fırsatı kaçırmadı… Eşeğin ağzını ısırıverdi… Artık kurdun
dişleri eşeğin ağzındaydı…