“Ziynet Hanım Teyze nur
yüzlü, vakarlı ve ama tatlı dilli bir İstanbul hanımefendisi
idi...”
Ben dedemi görmedim, lakin onun
mübarek bir insan olduğunu, birçok feraset mi dersiniz keramet mi
dersiniz hâllerinin görüldüğünü babamdan ve amcamdan defalarca
işittim.
Dedem ahirete irtihal ettikten
sonra babam onun ahbaplarıyla görüşmeye devam etmişti. Bu
ahbaplardan biri de bir Osmanlı beyefendisi olan Habil Beyamca idi.
Hanımı ile beraber Cerrahpaşa’nın ara sokaklarından birinde
mütevazı bir hayat sürüyorlardı.
Dedemin ahbabı olan bu zat-ı
muhteremin huzur dolu konağına ellerimize şekerlerimizi alarak her
bayram ziyarete giderdik.
Osmanlı evleri, konakları bir
başkaydı… Kapı tokmakları çift halkadan müteşekkildi. Bunlardan,
aslan başı motifli ve büyük olanı kalın, çiçek motifli ve küçük
olanı da ince ses çıkartırdı. Eğer eve bir erkek misafir gelmiş
ise, kalın sesli tokmağı tıklatır, içerideki ev sahibi gelenin
beyefendi olduğunu anlar, kapıyı evin beyi açar, bey yoksa
mahremiyete uygun olarak kapı açılırdı. İnce sesli tokmağın sesi
duyulmuş ise, gelenin bir hanım olduğu anlaşılır, kapıyı evin
hanımı açardı.