“Mühim olan babamız Zeki Aydın
gibi iz bırakabilmek, insanların gönlünde taht
kurabilmek...”
Zeki Dayı, kendini motive
etti. “Ölüm sevgiliye kavuşmadır” diye düşündü. Hafif hafif
yağan yağmur şiddetini arttırmaya başladı. Zeki Dayı ıslanmamak
için kendince çareler arıyordu. Bir tabuta, bir bardaktan
boşanırcasına yağan yağmura baktı.
“Yağmurdan korunmanın en doğru
yolu tabutun içine girmek, hem ölüm nasıl bir duygu onu da tatmış
olurum” diye düşündü... Tabutun kapağını usulca açtı.
Hakikaten içi boştu. Ürpererek de olsa içine girdi yağmurdan
korunmak amacıyla kapağı da kapattı. Şimdi nefsiyle muhasebe
ediyordu... Ölümün safhalarını hayal ederken kamyon fren
yaparak durdu. Kulağına bazı sesler geldi. Derken
kamyonun karoserine beş altı kişilik bir grup binmeye başladı.
Onlar da şehre gitmek için kamyonu durdurmuştu... Şoför onlara
da kasaya binmelerini söylemiş ama tabutu söylemeyi unutmuştu.
Kamyon hareket etti. Kasaya binenler tabutta cenaze var
düşüncesiyle Fatiha’sını okurken Zeki Dayı kendi durumunu düşündü.
Seslense bir yanlış anlaşılma olur muydu? Seslenmese ne olurdu? Bu
arada içinden bir muziplik geldi. “Şunlara bir şaka yapayım bakalım
ne olacak” diye düşündü. Ayaklarını hafifçe kıpırdattı. Birisi
ürkek ve titrek seslendi:
-Tabutun içindeki yaşıyor mu
ne?