“İnsanın en büyük ihtiyacı onore edilmek, değer verildiğini ona
hissettirmekmiş...”
Abdullah Usta anlatmaya devam ediyor:
-Ömer Ağabey ne oldu biliyor musun? İşçilere ikindiden sonra izin
verince, onlar da gönüllü olarak sabah erkenden işe geldiler bir ay
boyunca. Hem iş verimim arttı, hem sanki ürünler daha kaliteli
çıkmaya başladı. Bir samimiyet doğdu aramızda... Daha başka akıl
istiyorum lütfen...
-O hâlde, işçilerine haber vermeden aile durumlarını öğrenmeye
çalış. Örneğin, işçin evli mi bekâr mı? Evli ise kaç çocuğu var.
Evi kira mı kendinin mi? Geçim sıkıntısı çekiyor mu, gibi...
-Araştıracağım…
-Bir de işçiler için şu karşıki köşeyi bölüp giyinme-soyunma odası
yap. Çünkü hemen her hanım, kocasının iş kıyafetiyle eve gelmesini
çevreden komşular tarafından görülmesini istemez. Böylece işçiler
iş kıyafetini iş yerinde bırakır, eve temiz kıyafetlerini giyerek
giderler. Bu da insana değer vermek olur.
Abdullah Usta, bu dediklerimi uygulamaktan öte, kendi kendine “daha
neler yapabilirim?” diye düşünmüş, atölyenin bir köşesine ecza
dolabı, yatak vs. koyarak revir görevi görecek bir istirahat odası;
bir köşeye de ibadet etmek isteyen olabilir diye küçük bir mescit
açmıştı...
Bunları, beni de davet ettiği, Porsuk Nehri kenarında verdiği
piknikte anlattı.
Aradan çok geçmeden Abdullah Ustanın iş verimi iki katına çıkmıştı.
Bu çalışma azim ve temposuna o atölye yetmemiş, ilave bölümler
yapmak ihtiyacı duymuştu.
İşte bu ilave bölümün inşaatı sırasında şahit olduğu bir durum,
insana değer vermenin önemi açısından çok manidardı... Diyordu
ki: